3. Türkiye Sosyal Bilimler Sempozyumu https://sempozyum.okuokut.org/tsbs <p><em>3. Türkiye Sosyal Bilimler Sempozyumu</em>, Oku Okut Akademi tarafından 26-31 Ağustos 2023 tarihlerinde çevrim içi olarak gerçekleştirilecektir. Sempozyumda; Edebiyat, Eğitim, Felsefe, İlahiyat, Psikoloji, Sosyoloji ve Tarih ve Hukuk Felsefesi alanlarında hazırlanan bildiriler sunulabilecektir.</p> <p><strong>Sempozyum Tarihi:</strong> 26-31 Ağustos 2023 | Çevrim İçi</p> <p><strong>Özet Gönderim Kapanış Tarihi:</strong> 26 Nisan – 26 Haziran 2023</p> <p><strong>Tam Metin Son Gönderim Tarihi:</strong> 26 Temmuz 2023 <strong>*</strong> Tam metin gönderimi isteğe bağlıdır.</p> <p><strong>Kabul Edilen Bildirilerin Duyurulması:</strong> 10 Ağustos 2023</p> <p><strong><a href="https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/frequently-asked-questions" target="_blank" rel="noopener">Sıkça Sorular Sorular</a> | <a href="https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/bildiri-nasil-yazilir" target="_blank" rel="noopener">Bildiri Hazırlama Kılavuzu | </a><a href="https://sempozyum.okuokut.org/issue/view/1" target="_blank" rel="noopener">Bildiri Örnekleri</a> | <a href="https://www.okuokut.org/wp-content/uploads/2023/05/3.TSBS_Bildiri_Ozeti_Formu.docx" target="_blank" rel="noopener">Bildiri Özeti Gönderim Formu</a> | <a href="https://drive.google.com/drive/folders/1ehkyCL-7jFoD00WPuyayeKHUstQGyKXE?usp=sharing" target="_blank" rel="noopener">Sunu Şablonları</a></strong></p> tr-TR <p>Oku Okut Akademi tarafından düzenlenen<em> Türkiye Sosyal Bilimler Sempozyumu'na</em> değerlendirilmek üzere gönderilen bildiriler, daha önce herhangi bir ortamda yayınlanmamış veya herhangi bir yayın ortamına yayınlanmak üzere gönderilmemiş olmalıdır. Yazarlar, <em>Türkiye Sosyal Bilimler Sempozyumu</em>'nda sundukları tebliğlerin telif hakkına sahiptirler. Bu çalışmalar, Creative Commons Atıf-GayrıTicari 4.0 Uluslararası (CC BY-NC 4.0) lisanslı ile açık erişimlidir. CC BY-NC 4.0 lisansı, eserin ticari kullanım dışında her boyut ve formatta paylaşılmasına, kopyalanmasına, çoğaltılmasına ve orijinal esere uygun şekilde atıfta bulunmak kaydıyla yeniden düzenleme, dönüştürme ve eserin üzerine inşa etme dâhil adapte edilmesine izin verir. Lisans şartları yerine getirildiği sürece, lisans sahibi aşağıda belirtilenleri iptal edemez. Özgürce şunlar yapılabilir:</p> <p><strong>Paylaş:</strong> Eseri her ortam veya formatta kopyalayabilir ve yeniden dağıtabilirsiniz.</p> <p><strong>Uyarla:</strong> Karıştır, aktar ve mevcut eserin üzerine inşa et. Yalnız şu şartlara uyulmalıdır:</p> <p><strong>Atıf:</strong> Uygun referans vermeli, lisansa bağlantı sağlamalı ve değişiklik yapıldıysa bilgi vermelisiniz. Bunları uygun bir şekilde yerine getirebilirsiniz fakat bu, lisans sahibinin sizi ve kullanım şeklinizi onayladığını göstermez.</p> <p><strong>Gayri Ticari:</strong> Bu materyali ticari amaçlarla kullanamazsınız. Ek sınırlamalar yoktur: Lisansın sağladığı izinlerin kullanımını kanunen kısıtlayacak yasal koşullar ya da teknolojik önlemler uygulayamazsınız.</p> sempozyum@okuokut.org (Dr. Abdullah Demir) posta@okuokut.org (Abdullah Yargı) Tue, 10 Jan 2023 00:00:00 +0000 OJS 3.3.0.10 http://blogs.law.harvard.edu/tech/rss 60 Sosyal Bilim Disiplini / Araştırma Programı Olarak Felsefe Günümüze Ne Söyler? https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/74 <p style="font-weight: 400;">Bilim kuramının kendisine doğa bilimlerini konu edindiği hatta kendi özel inceleme alanını doğa bilimlerine göre kurguladığı malumdur. Ancak 19. yüzyılda sosyal bilimlerin doğası ve yöntemi üzerine tartışmalar, 20. yüzyıldaki felsefi yönelişler bilimin taban sorununu yeniden tartışmaya açmıştır. Felsefe, doğa ve sosyal bilimlerde ortaya çıkmış olan değişim ve sarsıntılar nedeniyle sürece müdahil olmak zorunda kalmıştır. Çünkü bilimin dayandığı zemin ile derin araştırma süreçleri sonucunda elde ettiği kazanımlar, kendi temelini inşa edecek ya da meşrulaştırabilecek bir durumu ortaya çıkarmadı. Bilimin “şeylerin doğası hakkında gerçeklere ulaşmanın tek güvenilir yöntemi” olduğu iddiasını temellendirecek bir zemin bulunamadı. Bu noktada yeni bir bilgi-kuramsal (yani felsefi) yönelime ihtiyaç duyulmuştur. Buna ek olarak, felsefenin bilimleri yeni bir tarzda ele alması, bilimin ön kabullerini daha önce hiç olmadığı kadar dikkatli biçimde incelemesi ve bunları çözümlemesi, felsefe ile bilim arasında yeni bir ortak zeminin teşekkül etmesini sağlamıştır. Bu zemine rağmen söz konusu boşluğun felsefe olmaksızın doldurulabileceğine yönelik yaklaşımlar da mevcut olmuştur. Söz gelimi 1930’lu yıllarda Viyana Çevresinin çalışmalarıyla ortaya çıkmış olan "neopozitivizm" veya "mantıkçı empirizm" klasik bilgi kuramına alternatif olma iddiasını dillendirmiş ve felsefe karşıtı bir tutum ortaya koymuştur. Ancak son tahlilde bu girişimler bilim alanında felsefeye olan ihtiyacı giderememiştir. Günümüzde felsefenin diğer bütün terminolojileri aşan bir ‘nihai terminoloji’ geliştirebileceği fikrinden vazgeçerek, insani araştırmanın tüm alanlarına eleştirel yaklaşımıyla eşlik eden ve bu alanların doğasına dair tahlillerde bulunan bir araştırma programı olduğunu; sorgulama ve kendi sistematiği içinde tutarlı cevaplar verebilme arayışı olduğunu fark etmek gerekir. Bu husus felsefenin kesin bilgileri değil muhtemelleri nasıl ve nereden temin edebileceğimiz bir alan olduğunu; onun deneyimlerimizi kendi gerçekliği içinde açımlayan, hayatın aktüel durumlarını rapor ederek deneyimlerimizi “inşa eden” bir faaliyeti temsil ettiği kabul edilebilir. Bu tebliğ, felsefenin bir insan araştırma programı olarak günümüzde ne söyleyebileceğini ortaya koymayı hedefler.</p> Prof. Dr. Celal Türer Telif Hakkı (c) 2022 Prof. Dr. Celal Türer https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/74 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Sosyal Bilim Disiplini Olarak İlahiyat Bugüne Ne Söyler? https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/73 <p style="font-weight: 400;">İslam ilahiyatında baştan beri Allah’a imanın kayıtsız bir teslimiyet oluşu (taklîd) eleştirilmiş, doğru bilgi, doğru inanç ve doğru eylemi doğuracak kanıta dayalı inancın (tahkîk/hakikat sorgulaması) zorunluluğu dile getirilmiştir. Bu tahkik sürecinde insan zihni önce fizik-metafizik; akıl-vahiy gibi olguları veya doğru-yanlış; iyi-kötü; güzel-çirkin gibi değerleri tasnif etmekte; bu tasnif yeteneğinin kazandırdığı yeti ile de, farklılıkları görebilmekte, tekillikleri fark edebilmekte ve birbiri içine girerek homojenleşmiş gerçeklikleri ayrıştırabilmektedir. Bu sorgulama ilahi olanın kendini doğada yasa, insanda da bilinç/ruh olarak gösterdiği ortaya çıkana kadar devam etmektedir. Peki, bu hakikat sorgulaması kendini toplumsal düzende/kamusal alanda nasıl açığa çıkarabilir? Dinin Batıdaki tarihini yakından takip eden her zihin, İslam dünyasında dinin bugünkü görünümünün hangi dönüşümlere uğramaya mukadder olduğunu bilir. Elimizdeki fotoğraf şudur: Modern dönemler olarak tanımladığımız son dört yüz yıl içinde din Batıda sonunda kaybettiği bir savaş verdi. Bu savaşın sonunda modernite tek yanlı bir zafer ilan etti ve buna dayalı olarak ruha karşı bedeni; zihinsel olana karşı fiziksel olanı; kültürel olana karşı biyolojik olanı; toplumsal olana karşı doğal olanı; sosyal bilimlere ve beşeri bilimlere karşı da doğa bilimlerini öne çıkardı; düşman ilan ettiklerini ‘bilimsel olmayanlar’ kümesi altında toplayarak önemsizleştirmeye/itibarsızlaştırmaya çalıştı. Bu savaş, bugün geçmiş tarihinden farklı bir noktaya evrilmiş ve kendini dindar ya da seküler olarak tanımlayanları üçüncü bir yolda buluşturmuş, bir uzlaşı içine sokmuş görünmektedir. Peter Berger ve Jurgen Habermas’ın altını kalın harflerle çizdiği ve bir çoğulculuk talebi içeren bu yeni durum şunu öngörmektedir: Dinî terim ve kavramlar da seküler yasalar da ya toplumun huzuru ve mutluluğu için kavramlarını işlevsel hale getirip kamusal alanı birlikte inşa etsinler ya da ortalıkta görünmesinler. Batı örneğinde şahit olduğumuz dinin işlevsizliğinin veya daha kötüsü istismarının nihayetinde dinin masadan süpürülüp atılmak ve tarih dışına itilmek gibi bir sona yazgılandığını bilenler, İslam coğrafyasında benzer bir trajedinin yaşanmaması için İlahiyatın bir sosyal bilim mantığıyla hareket ederek, dinin kurucu terim ve kavramlarının kamusal alanın kültür havzasına girip etkin olmasını sağlayacak bir yöntem geliştirmenin kendini zorunluluk olarak dayattığının farkındadırlar.</p> Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün Telif Hakkı (c) 2022 Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/73 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Sosyal Bilim Disiplini Olarak Sosyoloji Günümüze Ne Söyler? https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/72 <p style="font-weight: 400;">Sosyoloji bilimi her ne kadar “toplumbilim” olarak çevrilse de esasen “toplumun mantığı” bilimi olarak daha işlevsel anlamlara sahip ve toplumun mantığını anlamaya, açıklamaya ve tasnif etmeye çalışan, sosyal olay ve olguları sistematik bir biçimde ele alan bir bilimdir. Zira bu bilim kendi yönteminin ve konularının özgünlüğü kadar toplumun mantığını kendi içindeki bütüncül etkileşimleri işin içine katarak bilimsellik sınırlar içinde ele alan bir bilimdir. Toplumun mantığını anlamak görünüşte kolay görünse de aksine herkesin bildiğini değil bildiğini düşündüğü konuları kendi yöntemi içinde ele alır. Sosyolojide herkes kendinden bir şey bulabilmekte bu da sosyolojinin herkesin bildiği olguları açıkladığı zehabına sürüklemektedir. Oysa durum bu kadar kolay değildir. Bilhassa toplumsal sorunları ve bu sorunların etkileşimlerini fark etmek sanıldığı kadar kolay değildir. Bu anlamda Bauman’ın sosyolojiyi, “yaşantının sürekli bir yorumu ya da yaşantı üzerine bir yorumdur ve bu yorum toplumun kendisine geri gönderilir” şeklindeki tanımı anlamlıdır. Zira insanların ürettiği ilişki ve anlam süreklidir ve bu süreklilik aynı zamanda değişime de açıktır. İşte bu değişimi görmek açık olanın altında yatan nedenleri görmekle mümkündür. Toplum gizli varlıkların ve süreçlerin bir ürünü değildir. Velev ki konu din bile olsa insanın etkileşimleri, üretimleri ve anlamlandırmaları ile din toplumsallaşmaktadır. Dolayısıyla toplumların bu etkileşimlerinin mantığının çözümlenmesi teorileri gerektirmektedir. Bu teoriler toplumu anlama adına açıklayıcı ve sistematik bakış açıları sağlamaktadır. Sosyal aktörlerin karşılıklı etkileşim ve eylemlerinin nesnelliği ve öznelliği sosyolojiye derinlik katan hususlardır. Çağın ve bilimin geldiği noktada değişmenin her alanda egemen olduğu, derin ihtilaflar, gerilimler, etkileşimler, hakikatin çoğullaşması, yarılması, bireyin sanal ile gerçek arasındaki gelgitleri, metafizik yaşamın çoğullaşarak flulaşması toplumsal alanda sosyolojinin modern bilimlere sözünün olacağı alanlara işaret etmektedir. Bu bağlamda çalışmada sosyolojinin temel özellikleri bağlamında neliği üzerinden modern sosyal bilimlere ne söyleyebileceği konusu ele alınacaktır. Modern sosyal bilimlere bilhassa kavramlar, teoriler ve yöntemler bağlamındaki katkıları bütüncül bir metodoloji bağlamında ele alınacaktır.</p> Prof. Dr. Özcan Güngör Telif Hakkı (c) 2022 Prof. Dr. Özcan Güngör https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/72 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Bir Disiplin Olarak Hukuk Günümüze Ne Söyler? https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/78 <p style="font-weight: 400;">İşlevsel ve yararlı bir uğraş olduğu yönündeki kesin kabullerin gölgesinde kalan hukukun bütüncül olarak yeterince sorgulanamıyor olmasından kurtulmak gerekmektedir. Hukukun nasıl bir akademik disiplin olduğu, (sosyal) bilim olup olmadığı, bilim değilse ne tür bir uğraş olduğu, hukukun mahiyetinin günümüzün toplumsal ve siyasi olguları ve ihtiyaçları aynasında ne anlama geldiği önemli sorulardır. Bu soruların cevaplanmasıyla hukuk disiplinini şekillendiren algıların, kabullerin ve alışkanlıkların sorgulanarak daha derinlikli, tutarlı, yararlı ve hikmetli bir hukuk nosyonunun inşası mümkün olabilecektir. Bu doğrultuda hazırlanan tebliğ, yurt dışında ve Türkiye’de hukukçular arasında doğal katılımlı gözlem imkânı bulmamızdan istifadeyle betimleyici, eleştirel ve reçete yazıcı bir yaklaşımla tespitlerimizin paylaşılmasına dayanır. Siyasi gücün işlevsellik beklentisinin kalıpları içinde sıkışmış olan mevcut hukuk algısının felsefi ve sosyolojik kısırlığı sebebiyle umulan tatmini doğurmaması karşısında daha olgun bir hukuk nosyonunun geliştirilebilmesi için mevcut hukuk algısının sorunlarının tespit edilmesiyle işe başlanılmalıdır. Hukuk sorunlarının en önemli nedenlerinden biri hukuk adı altında üretilen ve yaygınlaştırılan algılardır. Hukukun devlet merkezli, aşırı resmi, formel, özsüz, maneviyatsız, teknik bir doktrin olarak işlenmesi hukuku sosyal bilim olmaktan çıkarmakla kalmamakta, hukukun toplumsal zeminde de fayda kadar zarar doğurmasına yol açmaktadır.</p> Doç. Dr. Emir Kaya Telif Hakkı (c) 2022 Doç. Dr. Emir Kaya https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/78 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Tarih Geleceğe Ne Söyler? https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/71 <p style="font-weight: 400;">Tarih, insanoğlunun zaman ve mekân boyutu ile kayıt altına girmiş geçmiş yaşantısıdır. Bu yaşantılar hem bir hafızayı hem de bu ölçüde tecrübeyi temsil eder. Çağın ve kullanılan malzemenin değişmesine karşın insanoğlunun fıtratı hep aynıdır. Bu yönü ile tarih geçmişin ışığında geleceğin ta kendisidir demek pek yanlış olmamalıdır. Ancak buradaki temel sorun geçmişin yaşandığı gibi yani doğru aktarılması meselesidir. Zira tarihin bütün gerçekliği ile birlikte doğası gereği kendini anlatacak dili yoktur. İşte tam bu noktada araya bir vasıta olarak tarihçi girmektedir. Tarihçi ise sadece biyolojik bir varlık değil, bir kültürün ve medeniyetin somut ürünü olmanın yanında belki en önemlisi kendine özgü bir kişilik olmasıdır. Mesela, müfteri bir kişilikten tarihçi olur mu? Tarihin geleceğe dair söylediklerini ondan dinlemek ister misiniz? Bu sorulara hemen “hayır” demeyin, ne duymak istediklerinizi hatırlayın derim. Mevlana’ya atfedilen; “Lakin bir lafa bakarım laf mı diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye.” sözleri bu konuda bize sağlam ipuçları vermektedir. Tarihçinin sadece günlük yaşantılarındaki kişilik zaaflarının interdisipliner alandaki tanımlamalarını akla getirdiğinizde bile tarihi bilim yapan onun evrensel düzeyde kabul görmüş metodolojisinin ne kadar değerli olduğunu anlamak kolay olmalıdır. Kısaca ele alınan bu çalışmada tarih, tarihçi, kayıtlar ve metodoloji kapsamında tarihin geleceğe ne söylediği tartışılmaktadır.</p> Prof. Dr. Ömer Soner Hunkan Telif Hakkı (c) 2022 Prof. Dr. Ömer Soner Hunkan https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/71 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Larry Laudan’ın Araştırma Geleneklerinin Yöntembilimi Görüşü Ekseninde Kelâm İlminin Bilimsel Yapısı https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/240 <p style="font-weight: 400;">Ne tür bilişsel eylemlerin “bilim” sayılacağı, doğru bilimsel yöntemin ne olduğu ve bilimsel bir geleneğin hangi temel ilkeler üzerinde oluştuğu gibi sorular, bilim felsefesi bağlamında tartışılan temel problemler arsında yer alır. Amerikalı filozof Larry Laudan bilimsel yapıların, deneysel ve kavramsal problemleri çözen araştırma gelenekleri oldukları görüşüyle bu tartışmalara katkıda bulunmuştur. Bu sunum, kelâm ilminin, Laudan’ın görüşü ekseninde bir araştırma geleneği olma niteliği taşıyıp taşımadığını konu edinmektedir. Bu açıdan çalışma, kelâmın bilimsel bir disiplin olup olmadığının tespiti açısından önem arz etmektedir. Çalışma ayrıca kelâmın bilimsel çerçevesinin güncellenmesi çalışmalarına da katkı sunmaktadır. Çalışmanın amacı, sosyal bilimler içerisinde yer alan kelâmın, kendine özgü yöntemleri ve problem çözme dinamikleriyle bilimsel bir disiplin olduğunu çağdaş filozof Laudan’ın araştırma gelenekleri teorisi üzerinden göstermektir. Bu bağlamda kelâmın, Laudan’ın teorisi ile tam olarak örtüşmeyen yönlerini belirlemek ve bu hususlarda muhtemel çözümler teklif etmek de çalışmanın amaçları arasında yer almaktadır. Çalışmada öncelikle Laudan’ın söz konusu teorisi İlerleme ve Sorunları: Bir Bilimsel Gelişme Kuramına Doğru adlı eseri özelinde serimlenecek akabinde kelâm disiplinin, Laudan’ın sunduğu çerçeve ile örtüştüğü ya da örtüşmediği, kelâmın temel metinlerine müracaat edilerek incelenecektir. Çalışmanın sonucu olarak şunlar söylenebilir: Kelâm ilminin, sosyal-deneysel ve kavramsal açıdan problem çözücü bir disiplin olması, problem çözümünde kendine özgü yöntemlere sahip olması ve kavramsal problemleri belirleyen farklı düşünce ve yöntem geleneklerini kapsaması, Laudan’ın “araştırma gelenekleri” teorisi ile büyük oranda örtüştüğünü ortaya koymaktadır. Bununla beraber nihai kertede kelâmın inanç temelli bir disiplin olması onun bilimsel yapıya ve esnekliğe sahip olup olmadığı ile ilgili bir kuşku barındırmaktadır. Ancak Laudan’ın, ön kabul ve paradigmatik inançların hemen bütün bilimsel geleneklerde mevcut olduğu ana fikri etrafındaki açıklamaları bu kuşkunun izale edilmesinde önemli ip uçları sunmaktadır. Çalışmada kelâmın inanç temelli bir disiplin olmasının, onun objektifliğine ve bilimselliğine bir mania teşkil etmediği de ele alınmıştır.</p> Dr. Bilal Taşkın Telif Hakkı (c) 2022 Dr. Bilal Taşkın https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/240 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 İslam Kelâmında Nübüvvetin Gerekliliğinin Temellendirilmesi https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/64 <p style="font-weight: 400;">Müslümanların farklı din ve düşüncelerle karşılaşmaları, Müslüman alimlerin nübüvveti gündemlerine almalarının en başta gelen nedenidir. İslam düşüncesinin yüz yüze kaldığı iç ve dış etkenler nübüvvetin akli ve nakli yönden temellendirmesine ve ona yönelik itirazlara karşı savunma refleksi geliştirilmesine imkân da sağlamıştır. Kelâmcılar, Sümeniyye/Berâhime ile özdeşleşen insani tecrübenin nübüvvet birikimini anlamsız ve gereksiz kıldığına dair düşüncesine; diğer din ve düşüncelerin eleştiri ve itirazlarına karşı nübüvvetin olgusal olarak gerekliliğini temellendirmeye ve kanıtlamaya çalışmışlardır. Dış etkenlere karşı verdikleri fikri mücadelenin yanında Müslüman düşünürler, nübüvveti temellendirme konusunu Allah’ın fiilî nitelikleri çerçevesinde Allah’ın peygamber göndermesinin imkanını salah/aslah ekseninde tartışmışlardır. Mu’tezile nübüvvetin gerekliliğini vücubiyetle temellendirirken; Mâturîdîler, hikmet anlayışı çerçevesinde insan için gerekliliğine vurgu yaparak peygamber göndermenin Allah’a vacip olmasını reddetmişlerdir. Eş’ariler ise nübüvvetin vacip ya da gerekli olduğu anlayışını uygun görmeyerek Allah’ın iradesi kapsamında gerçekleşen bir fiil olarak değerlendirmişlerdir. Nübüvvet konusunun tartışılmasında önemli etkenlerden biri de Şiî düşüncenin imametin nübüvvetin devamı gibi görmeleri ve imamın masum olduğu anlayışıdır. Müslüman kelamcıların bu düşünceyi reddeden ortak bir tavır gösterdikleri söylenebilir. Tarihin hemen her döneminde nübüvvet olgusuna yönelik yapılan eleştiri ve itirazların yoğunlaştığı dönemlerden biri de yakın dönemdeki yeni ilmi Kelâm dönemidir. Batının pozitivist ve materyalist düşüncesinin maneviyata yönelik tehditkâr faaliyetlerinin özellikle nübüvvete yönelik şüphe ve ithamlarla yoğunlaştığı görülmektedir. 19. yüzyıl Batılı düşünürlerin ruh ve benzeri konularda yaptıkları deneysel çalışmalar, hipnoz, manyetizma, dahilik, canlılar arasındaki iletişim ve içgüdü gibi konularda bilimsel açıklamalar, Müslüman düşünürleri, vahyin bilimsel açıdan ispatlama girişiminde bulunmaya sevk etmiştir. Savunma refleksi ile nübüvvete yönelik itirazlara akli ve bilimsel cevap verme gayreti farklı bir temellendirme girişimi olarak dikkat çekmektedir. Kelâmi literatürde nübüvvetin temellendirilmesinin konu edinildiği bu tebliğin amacı İslam düşüncesinde ilk dönemden yeni ilmi Kelâm dönemi de dahil olmak üzere tarihi süreçte nübüvvetin nasıl temellendirildiğini tespit etmektir. Çalışmada veri tarama tekniği olan belgesel kaynak derlemesi ile ilgili literatürden elde edilen bilgiler tasnif ve gruplama yapılarak deskriptif metotla değerlendirilmiştir. Çalışmada sosyal olguların gündeme getirdiği nübüvvet meseleleri Kelâmcılar tarafından savunmacı yaklaşımla temellendirilmeye çalışıldığı, nübüvvete yönelik itirazların nakli delillendirmeden daha çok daha çok akli yönden cevaplanmaya ve nübüvvetin kanıtlanmasıa gayret edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca eleştirilerin odak noktası olması nedeniyle Kelâmcıların hemen her dönemde nübüvvet savunusunu Hz. Peygamber özelinde yaptıkları görülmektedir.</p> Doç. Dr. İsmail Bulut Telif Hakkı (c) 2022 Doç. Dr. İsmail Bulut https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/64 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 İmam Mâtürîdî’nin Nübüvvet İnkârcılarına Verdiği Cevapların Kitâbü’t-Tevhîd Özelinde İncelenmesi https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/219 <p style="font-weight: 400;">Ebû Mansûr el-Mâtürîdî (öl. 333/944), kelâmî görüşleri ve kullandığı kelâm metoduyla Hanefî--Mâtürîdî gelenek içerisinde öncü sayılmıştır. O, kendi döneminde öne çıkan inançla ilgili konuları kendi perspektifinden değerlendirmiş ve yazıya geçirmiş, bu durum takipçileri için referans alabilecekleri temel metinlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bizler de bu tebliğimizde Mâtürîdî’nin nübüvvet konusuna dair yaklaşımlarını Kitâbü’t-Tevhîd eseri özelinde irdelemeye gayret edindik. Sözünü ettiğimiz temel oluşturma boyutunu da hesaba kattığımızda Mâtürîdî’nin konuyla ilgili görüşlerinin, zamanının tartışma ortamına ışık tutmasının yanında sonraki kelâmcılar nezdinde de son derece önemli olduğunu söyleyebiliriz. Genel anlamda nübüvvetin ispatı; daha özel anlamda ise nübüvvete yönelik itirazlara ne gibi cevaplar verdiği meselesi bildirimizin ana konusunu oluşturmaktadır. Bizim bu noktadaki temel arayışımız Mâtürîdî’nin sözü edilen derecede sonraki Hanefî-Mâtürîdî kelâmcılara temel oluşturacak nitelikte ifadeler ortaya koyup koyamadığı meselesidir. Bu doğrultuda gündeme getirdiği itirazlar ve bu itirazlara yönelik vermiş olduğu cevapları inceledik. Ayrıca bu vesileyle İslam kelâmının en temel konularından biri olan nübüvvet meselesini de gündeme getirerek ele aldığımız konunun genel çerçevedeki yerini de saptamış olduk. Literatür taraması yöntemiyle ele aldığımız bu çalışmamızdaki amacımız, Mâtürîdî özelinde nübüvvete yönelik itirazlara verilen cevapların nübüvvet meselesindeki yerini belirlemektir. Diğer taraftan bu çalışma kapsamında elde ettiğimiz sonuçlardan biri, öteden beri nübüvvet inkârcısı olarak lanse edilen İbnü’r-Râvendî’nin (öl. 298/910) Mâtürîdî nezdinde nübüvveti ispat anlamında cevaplar üretip geliştiren bir müellif olarak kabul edildiği olmuştur. Zira o, İbnü’r-Râvendî’nin söz konusu tartışmalı durumuna herhangi bir atıf da yapmamasına karşın belki de bir hakkın teslimi olarak ona özel bir başlık ayırmış, aktarmış olduğu cevaplar arasında İbnü’r-Râvendî’ye ait olanları özellikle belirtmiştir. Dolayısıyla Mâtürîdî, konuyla ilgili itirazlara yönelik sadece kendisine ait cevaplarla yetinmemiş gerek önceki müelliflerin cevaplarını zikrederek gerekse İbnü’r-Râvendî’den alıntıda bulunarak muarızlarına ayrıntılı bir şekilde karşılık vermiştir. Diğer taraftan eserinin ilgili bölümünü incelediğimizde kendisine kadar ulaşan bu cevapları kritik etmeye girişmediğini de fark etmiş bulunmaktayız. Onun asıl gayesinin, konuyla ilgili itirazlara imkân ölçüsünde farklı açılardan cevaplar vererek zihinlerde yer edinmesi muhtemel soru işaretlerini ortadan kaldırmak olduğunu söyleyebiliriz. Bunun için de cedel yöntemini tatbik etmek adına kendisine bir muarız seçme ihtiyacı hissettiğini düşündüğümüz Mâtürîdî’nin, bu ihtiyacını Ebû Îsa el-Verrâk (öl. 247/861) üzerinden giderdiğini görmekteyiz. Tüm bunlardan hareketle Mâtürîdî’nin, sonraki müelliflere yol gösterecek nitelikte oldukça kapsamlı cevaplar sunduğu, bununla birlikte konuyu etraflıca ele alması sebebiyle akademik anlamda değerlendirebileceğimiz çok yönlü bir bakış açısıyla hareket ettiği sonucuna ulaşmış bulunmaktayız. Bu kapsamda kendi mezhebinin müellifleri başta olmak üzere konuya ilgi duyan entelektüel çevrelere hitap edebilecek özelikte bir temel oluşturduğu tespit edilmiştir. Ayrıca kendisinin kişilerle uğraşmaktan ziyade teolojik öğretileri merkeze alıp eleştirdiğini belirtmemiz de mümkündür.</p> Onur Aksan (Doktora Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Onur Aksan (Doktora Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/219 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 İmam Mâtürîdî'nin Varlık Görüşü Hakkındaki Çalışmalara Dair Bir Değerlendirme https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/77 <p style="font-weight: 400;">Bu çalışmada, İmam Mâtürîdî’nin (öl. 333/944) varlık görüşü hakkında bilgi içeren güncel araştırmaların değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Mâtürîdî’nin <em>Kitâbü’t-Tevḥîd </em>adlı eserinin varlık bölümü üzerinde yapılan çalışmalarda, onun kozmoloji düşüncesi konusunda dört farklı sonuca ulaşılmıştır. Bunlar onun “herhangi bir evren teorisini ön plana çıkarmadığı”, “atomcu”, “tabiatçı” ve “arazcı” olduğu şeklindedir. Bu çalışmanın amacı öncelikle Mâtürîdî’nin varlık görüşünü konu edinen çalışmalarda ulaşılan sonuçları incelemek ve daha sonra bu konuda neden farklı sonuçlara ulaşıldığını irdelemektir. Zira aynı <em>Kitâbü’t-Tevḥîd </em>üzerinde yapılan çalışmalarda dört farklı sonuca ulaşılması ilginç ve dikkat çekici bir durumdur. Bu bağlamda söz konusu farklı sonuçların sebeplerini ortaya koymak önemlidir. Yaptığımız değerlendirmede bu çalışmalarda nasıl bir yöntem izlendiği tespit edilecek ve Mâtürîdî’nin kozmoloji görüşü hakkında ulaştıkları sonuçlara göre kategorize edilecektir. Ayrıca, ulaşılan sonuçlar tablo halinde de sunulacaktır. Yapılan çalışmalar tetkik edildiğinde daha çok <em>Kitâbü’t-Tevḥîd</em>’in varlık bölümü bağlamında bir sonuca varılmaya çalışıldığı görülmektedir. Ayrıca bu çalışmalarda Nesefî’nin (öl. 508/1115), <em>Tebṣıratü’l-edille </em>eserinin Mâtürîdî’nin varlık görüşü hakkındaki yorumlamalarından da yararlanılmıştır. Ancak buna rağmen farklı değerlendirmeler ortaya çıkmıştır. Bazı çalışmalarda bu farklılaşmanın, Bekir Topaloğlu’nun (Allah rahmet etsin) <em>Kitâbü’t-Tevḥîd</em>’in varlık bölümünü tahkik ve tercüme ederken tercih ettiği kavramlardan kaynaklanabileceği ifade edilmiştir. Nitekim Ömer Türker “<em>Kitâbü’t-Tevḥîd</em>’in Türkçe Tercümesinin Tenkidi” adlı çalışmasında, eserin varlık konusunun da dâhil edildiği bazı pasajlar hakkında tercüme önerilerinde bulunmuştur. Benzer şekilde Tahir Uluç’un eserin tahkik ve tercümesine dair “<em>Kitâbu’t-Tevhîd</em>’in Tahkikli Neşri ve Açıklamalı Tercümesi’ne Dair Bazı Mülâhazalar” adlı bir çalışması da bulunmaktadır. Ayrıca o, <em>Kitâbü’t-Tevḥîd</em>’i felsefî literatürü ve müellifin kendi orijinal bakış açısını dikkate alarak tercüme etme gayretinde bulunmuştur. Bu tercüme 2021 yılında, Topaloğlu’nun bazı kavram kullanımına dair eleştirilerini de içeren dipnotlar ile yayımlanmıştır. Ancak elbette farklı değerlendirmelerin ortaya çıkmasını tahkik ve tercüme problemlerine indirgemek doğru olmaz. <em>Kitâbü’t-Tevḥîd</em> metninin dilinin anlaşılmasının zor olması aynı zamanda Mâtürîdî’nin diğer evren teorilerini de çağrıştıran kullanımlarının bulunması da sebeplerden biridir. Nitekim atomcu olmasının muhtemel olduğu yönünde kanaat belirten Mehmet Bulgen, “al-Māturīdī and Atomism” adlı makalesinde Mâtürîdî’nin kozmoloji görüşünün tespiti konusunda onun varlık görüşünün sistematik olmaması haricinde de bazı zorluklar bulundurduğunu ifade eder. Onun varlık alanına dair; cevher, araz ve cisim gibi kavramları farklı anlamlarda kullanabildiğini belirtir. Bu durum Mâtürîdî’nin tabiatçılık ve atomculuk teorilerinden hangisini benimsediği hakkında net bir karara varmayı zorlaştırmaktadır. Zira farklı evren teorilerini ve bu evren teorilerine dair kavramları kendi teolojik sistemine entegre ederek kullanmış ve böylece daha esnek bir yaklaşım benimsemiş görünmektedir. Dolayısıyla bu gibi sebeplerle <em>Kitâbü’t-Tevḥîd</em>’in varlık bahsi üzerinde çalışma yapan araştırmacıların farklı sonuçlara ulaştıkları söylenebilir.</p> Hümeyra Sevgülü Haciibrahimoğlu (Doktora Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Hümeyra Sevgülü Haciibrahimoğlu https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/77 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Mâtürîdî ve Nesefî’nin Âhiret Ahvaline Yaklaşımlarının Mukayesesi https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/208 <p>Mâtürîdî kelâm ekolünün ikinci büyük kurucusu sayılan ve mezhebi sistemleştirme noktasında Eş‘arî ekolündeki Bâkıllânî ve Gazzâlî konumunda olan Ebü’l-Mu‘în en-Nesefî, genel olarak Mâtürîdî’nin çizgisini sürdürmüş ve ona muhalefet etmemiştir. Bununla birlikte Nesefî’nin âhiret anlayışına yönelik olarak yaptığımız araştırmamızda onun bazı hususlarda Mâtürîdî’den farklı düşündüğünü müşahede ettik. Bu noktadan yola çıkarak hazırladığımız bildiride Mâtürîdî’nin ve Nesefî’nin, âhiret ahvaline dair bazı kavramlardaki yorum farklarının mukayesesini araştırma konumuz olarak belirledik. Çünkü Mâtürîdî ekolün iki önemli isminin âhiret ahvaline dair bazı yorum farklarının tespitinin, önemli bir husus olduğunu düşünüyoruz. Araştırmadaki amacımız, bu iki alimin yorum farklarını örnek kavramlar üzerinden ortaya koyup Mâtürîdi’nin geniş bakış açısını daha görünür hale getirmektir. Çalışmamızda, Mâtürîdî’nin Te’vîlâtü’l-Kur’ân’ı ile Nesefî’nin Tebsıratü’l-Edille’si ve Bahru’l-kelâm’ı temel kaynak olmak üzere, literal tarama yöntemini kullandık. Ele aldığımız kavramları kaynaklardan araştırıp mukayese ederek yorum farklarını bulmaya çalıştık. Araştırmamız sonucunda iki alimin âhiret ahvaline dair farklı yaklaşımlara sahip olduklarını; bu yaklaşım farkının, sıradan bir yorum farkı olmadığını; ekolün kurucusu konumunda olan Mâtürîdî’nin geniş bakış açısının, kendisinden sonraki alimlere yansımamasının ise dikkate alınması gereken bir husus olduğunu tespit ettik. Gördüğümüz kadarıyla Nesefî, Mâtürîdî’nin temsili anlatım olarak yorumladığı sûr, mîzan ve kevser gibi bazı kavramları hakiki manaya hamlederek ondan farklı bir tutum sergilemiştir. Örneğin Mâtürîdî sûr için gayet açık bir şekilde “Biz sûra üfürmenin hakiki anlamda değil de temsili anlamda olabileceğini söylüyoruz” derken; Nesefî, sûra üfürmenin zahiri anlamda olduğunu açıkça söylemese de bu anlama gelecek ifadeler kullanarak Mâtürîdî’nin temsili anlatım yorumuna hiç değinmeden geçer. Yine Mâtürîdî mîzan hakkında, terazinin ağır ve hafif gelmesinden bahseden ayetin hakiki anlamda değil de temsili anlamda olmasının daha uygun olduğunu söylerken; Nesefî Mîzanın, kefesinin biri doğuda diğeri batıda olacak kadar büyük bir terazi olduğu” rivayetini zikrederek hakiki bir teraziden bahseder. Mâtürîdî Kevser için ise rivayetlerde zikredilen nehir yorumuna karşılık, “Şayet rivayetler sahihse rivayetlerin dediği kabulümüzdür ancak rivayetler sahih değilse kevserin, peygambere verilen risâlet nimeti ve kadrinin yükseltilmesi olması bize daha yakın geliyor” yorumunu yaparken; Nesefî de “Kıyamette havz, cennette ise kevser haktır” şeklinde somut bir havz ve kevser açıklaması yapar. Çalışmamızın sonunda Mâtürîdî’den farklı olarak Nesefî’nin, bu kavramlarda temsili anlama karşılık lafzi anlamı tercih etmesinin sebeplerinin neler olabileceğine kısaca dikkat çekmeye çalıştık.</p> Aydın Çamlıca (Doktora Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Aydın Çamlıca (Doktora Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/208 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Gazzâlî Sonrası Felsefe Eleştirisi: Şihâbeddîn Ömer Sühreverdî Örneği https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/238 <p style="font-weight: 400;">İslam düşüncesinde felsefe eleştirisi Gazzâlî ile beraber büyük bir kırılma yaşamıştır. Bu kırılmanın yansımaları ise günümüze kadar devam etmiş, felsefe eleştirisinin Gazzâlî ile birlikte zirveye ulaştığı genel bir kabule dönüşmüştür. Ancak bu genel kabul kendisinden sonra felsefe eleştirilerine dair başka çalışmaların yapılmadığı veya felsefenin tam anlamıyla İslam düşüncesinde etkisini kaybettiği anlamına gelmemektedir. Bunun en önemli göstergelerinden birisi Gazzâlî sonrası farklı ilmi kimliklere sahip birçok ismin bu alanda eser telif etmeye devam etmesidir. Şihâbeddîn Ömer Sühreverdî (öl.632/1234) de bu isimlerden birisi olup felsefeyi eleştirme gayesi ile Reşfü’n-neṣâʾiḥi’l-îmâniyye ve keşfü’l-feżâʾiḥi’l-Yûnâniyye adındamüstakil bir eser telif etmiştir. Genellikle Sühreverdî el-Maktûl (öl. 587/1191) ile karıştırılabilen müellif, sûfî kimliği ile bilinir ve Sühreverdiyye tarikatının kurucusudur. Sühreverdî eserini on beş bölüme ayırmış, Gazzâlî’nin konu seçimine benzer bir biçimde konuları ele almış, yöntem ve üslup açısından ise kendisinden birçok yönde ayrılmıştır. Bu anlamda Gazzâlî’nin felsefeyi daha çok kendi iç bütünlüğünde ve ciddi bir ön hazırlık sonrasında değerlendirmeye çalıştığı müşahede edilirken Sühreverdî’nin felsefe ve filozof eleştirilerinde daha çok naslara dayandığı söylenebilir. Aynı zamanda Sühreverdî’nin filozofları tekfir etme hususunda Gazzâlî’ye nispetle açık ifadeler kullandığı da görülmektedir. Bu çalışmada Sühreverdî’nin eleştirileri ele alınıp, felsefe ile ilgili ileriye sürmüş olduğu iddialar değerlendirilecektir. Aynı zamanda döneminin Abbâsî Halifesi Nâsır-Lidînillâh tarafından birçok farklı devlete halifenin temsilcisi olarak gönderilmesi, fütüvvet teşkilatlarının kurulmasında Halife tarafından bizzat görevlendirilmesi Sühreverdî’yi ve düşüncelerini anlamayı önemli kılmaktadır. Sühreverdî’nin siyasi ve sosyal çevresinin onu felsefe eleştirisi yazmaya neden sevk ettiği tarihi veriler ile ortaya konulmaya çalışılacak böylece 13.yüzyıl Bağdat’ında felsefenin ve filozofların konumu sorgulanıp topluma tesiri irdelenecektir. Bu sayede İslam düşüncesinde Gazzâlî sonrası felsefe eleştirilerinin serüvenini anlamaya dair bir katkı sağlanması hedeflenmektedir.</p> Mahmut Yusuf Mahitapoğlu (Doktora Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Mahmut Yusuf Mahitapoğlu (Doktora Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/238 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Kādî Abdülcebbâr’ın İman Anlayışı Bağlamında Mu‘tezilî Kelâm Düşüncesinin Farklılaşması https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/191 <p style="font-weight: 400;">Çalışmamız Mu‘tezilî düşüncenin farklılaşması kapsamında Kādî Abdülcebbâr (öl. 415/1025<strong>)</strong>’ın kelâmî görüşlerine odaklanmayı hedeflemiştir. Bu bağlamda ekolünün el-menziletü beyne’l-menzileteyn prensibi altında iman anlayışını örneklem olarak irdelediğimiz Kādî Abdülcebbâr, selefleriyle bazı yönlerden farklılaşarak ayrışmakta ve en önemlisi de ekolünün iman anlayışını yeniden şekillendirmeye çalışan yorumlarda bulunmaktadır. Kelâm alanına dair te’lîf etmiş olduğu el-Muğnî, el-Muhtasar fî Usûli’d-Dîn, Fadlu’l-İ‘tizâl, Kitâbu Usûli’l-Hamse, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse’nin yanı sıra Müteşâbihu’l-Kur’ân ve Tenzîhu’l-Kur’ân ani’l-Metâin adlı eserlerinin ekolünün ve kendisinin kelâmî birikimini aktarmadaki rolü ortadayken kendisine nisbet edilerek ismi zikredilen ancak kelâmî görüşlerinin açıklamasında hadislerin delâletine ağırlık verdiği el-Emâlî adlı eseri ise farklı bakış açıları içermektedir. Bu bağlamda Kādî Abdülcebbâr’ın iman tanımında dil ile ikrâr, organlarla amel ve kalbin itikâdının vurgulanması, imanın mahiyetinde nâfileleri de devreye sokması, iman-amel ilişkisine her fırsatta değinmesi, imanın artıp eksilebileceğine yönelik açıklamaları, imanda istisnâ ve mukallidin imanı gibi hususlardaki fikirleri genel anlamda kelâm eserlerinden ortaya koyulup incelenebilmektedir. Bu çalışmada daha ziyade hadislerin önemini vurguladığı ve ekolünün beş esasını (el-Usûlü’l-Hamse) bazı seçme hadislere getirmiş olduğu yorumlarla desteklediği el-Emâlî adlı eserdeki iman ile ilgili rivâyetlerin tetkikine tahsis etmekteyiz. Kādî Abdülcebbâr’ın iman tanımının kapsamındaki ibadet ve tâatların kapsamı bağlamında Cübbâîler’den farklılaşıp Allâf’ın çizgisine yöneldiği anlaşılmaktadır. Kanaatimizce en önemli farklılaşma örneğini ise, yapmış olduğu iman tanımına delil olarak gösterdiği hadis rivâyetleri ve bunların açıklaması oluşturmaktadır. Buna göre Kādî’nın iman tanımı ve mahiyetine dâir görüşleri kelâmî derinlikten ziyâde tasavvufî yorumlarla bezenmiş görünmektedir. Bu da çalışmamızın özgün değerini ifade edebilmek adına önemsediğimiz bir durum olarak öne çıkmaktadır. Kendisinin inanç, ibadet ve ahlâk vurgusuyla birlikte bütüncül bir iman anlayışını benimsediği anlaşılmaktadır. Kādî Abdülcebbâr’ın iman anlayışında el-Emâlî adlı eserinin etkisi ve böylelikle Mu‘tezilî düşüncenin Kelâm-Tasavvuf ilişkisine dâir yeni perspektifler sunabilecek potansiyelde olması seleflerinden farklılaştığı noktaları işaret etmektedir. Bu sayede Mu‘tezile düşüncesinin sadece kelâm değil aynı zamanda tasavvuf birikimi de bazı yönlerden yeniden irdelenebilecektir. Çalışmamız esnasında Kādî Abdülcebbâr’ın görüşleri tasvirî ve objektif bir tutumla ortaya koyulduktan sonra fikirleri mukayeseli ve analitik yöntemlerle incelenmiştir. </p> Dr. Samet Karahüseyin Telif Hakkı (c) 2022 Dr. Samet Karahüseyin https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/191 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Materyalizmin Din ve Tanrı Tasavvuruna Yönelik Filibeli Ahmet Hilmi’nin Getirdiği Eleştiriler https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/153 <p style="font-weight: 400;">Bu çalışmada materyalizmin tarihsel süreç içerisinde madde üzerinden din ve tanrı anlayışı tespit edilerek, bu anlayışa karşılık Yeni İlm-i Kelâm dönemi kelamcılarından biri olan Filibeli Ahmed Hilmi’nin (öl. 1914) karşı görüşleri ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu kapsamda ilk olarak materyalizmin kısa bir tarihine değinilmiş ve ardından Filibeli’nin görüşleri verilmiştir. Materyalizm, İlkçağ döneminden itibaren düşünce hayatında kendine yer bulmuş önemli felsefî ekollerden biridir. Bu düşünce sisteminin ilk adımları atomculuk anlayışı ile beraber Antik Yunan’da gözlemlenmektedir. Bu dönemin ünlü materyalist filozoflarının ortak buluşma alanı atomcu anlayış üzerinedir. Atomcu anlayış ise ezelî ve ebedî olma gibi birçok ilahlık özelliğini maddede toplamaktadır. Düşünce tarihinde çok büyük etkilere sahip olan materyalizm, Ortaçağ döneminde durgunluk yaşamıştır. Bu durgunluğun sebebi olarak Hıristiyanlık dininin batıda etkin bir din anlayışı geliştirmesi ve bu nedenle kiliseye ait görüşlerin tutucu bir yaklaşım benimsemesi gösterilebilir. Özellikle skolastik felsefenin materyalizmin etkinliğinin yitirilmesine en büyük nedenlerden biri olduğu söylenilebilir. Ardından skolastik felsefe ile birlikte kilisenin baskıcı tutumunun azaldığı, dinde reform ve Rönesans hareketlerinin izlendiği dönem içerisinde materyalizm ekolü, yeni bir canlanma göstermiştir. 18. yüzyıldan itibaren etkinliğini yeniden kazanmaya başlayan materyalizm, maddeyi ve maddî olarak adlandırılan alanı esas almakta ve madde dışında başka hiçbir sahayı kabul etmemektedir. Maddî alan olarak sadece duyu organları ile algılanabilen varlıkları, deney ve gözlem yolu ile elde edilen bilgileri kabul etmekte olan materyalizm, metafizik alanı reddetmektedir. Allah, melek, cin gibi varlıkların bilgisi ve varlığı metafiziği ilgilendirdiğinden dolayı bu alana giren dinsel varlıklar, materyalizm tarafından inkâr edilmektedir. Her ne kadar Hristiyan batı dünyasında ortaya çıksa da materyalizm, sonraki süreçlerde yayılım göstererek tüm dünyayı etkisi altına alan bir düşünce sistemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Batının siyasi alandaki ilerlemelerini tetkik için yurt dışına gönderilen öğrencilerin batı fikirleri ile geri dönmesi sonucunda ülkemizde de görülmeye başlayan materyalizm fikirleri, özellikle dergi ve tercüme yolu üzerinden etkinliğini artırmıştır. Ülkemiz içerisinde bu denli ilerleme kaydeden materyalizm, kimi fikir insanları tarafından benimsenmekle beraber birçok aydın tarafından da eleştirilere tâbi tutulmuştur. Bu tür fikirlerin yayılması ile beraber kelâmda da bir yenilik arayışına gidilmiş ve Yeni İlm-i Kelâm dönemi başlamıştır. Bu dönemin en önemli âlimlerinden biri ise Filibeli Ahmed Hilmi’dir. Filibeli, materyalizmin genel görüşlerine yönelik olarak bu düşünce sistemini inkâr anlayışı üzerinden eleştirmektedir. Ahlâk konusuna da oldukça değinen Filibeli, materyalizmin ahlâksızlığa kapı açtığını ve sonucunun anarşi olacağını belirtmektedir.</p> Furkan Uçar (Yüksek Lisans Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Furkan Uçar (Yüksek Lisans Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/153 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 William James’de Pragmatik Yaklaşım Bağlamında Dinin Temellendirilmesi https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/108 <p style="font-weight: 400;">Pragmatizm, felsefe tarihinde önemli düşünce geleneklerinden birisidir. Olgu ve önermelere işlevsel açıdan yaklaşan pragmatizm, ilgili olgu ve önermelerin rasyonel doğruluk ve tutarlılık içermesiyle ilgilenmez. Daha ziyade bunların pratik sonuçlarını önemsemektedir. Bu yaklaşım felsefi olarak temellendirilmekle kalmayıp zamanla sosyal bilimlerin genelinde yaygın olarak kullanılan bir araç haline gelmiştir. İlk olarak 1870’lerde filozof C. S. Peirce tarafından ortaya konulmuş olan bu yaklaşım, William James’in 1907’de Pragmatizm eserini yazmasıyla ivme kazanmıştır. Bu eser bağlamında, Amerikan işlevsel psikoloji atmosferinde yazdıklarıyla, -pragmatizmi müstakil olarak ortaya koyan kişi olmasa bile- pragmatizmin gelişmesinde önemli katkıları olan isimlerden olduğu anlaşılmaktadır. William James, pragmatik yaklaşımı bir hayat felsefesi olarak tasvir etmektedir. Ayrıca bu bakış açısı, dini ve psikolojik olguların açıklanmasında önemli yer tutmaktadır. Bu çalışma bağlamında tespit edilen bazı sonuçlar şunlardır: William James, Tanrı-insan ilişkisi ve bu ilişkinin pragmatik değeri açısından dini tecrübe kavramı üzerine yoğunlaşmıştır. Ona göre bireysel dini tecrübe, dini bilginin doğrudan kaynağıdır. Bu bilginin ortaya çıkış noktası, dini inançlar değil dini duygudur. William James’e göre dini duygu, dinin ilk ve en derin kaynağı olarak kabul edilmektedir. Dine dair görüşlerini pragmatik açıdan temellendirirken inancın rasyonel doğruluğundan ziyade ortaya çıkan sonuçları üzerinde durmuştur. Yani ona göre herhangi bir inanç, mutlak olarak doğru olmayıp bireyin hayatına anlam kattığı ve hayatını kolaylaştırdığı ölçüde birey için subjektif olarak doğrudur. William James’in metodolojik bir yaklaşım olarak pragmatizm çerçevesinde dini nasıl ele aldığı bu çalışmanın temel konusudur. Bu çalışmanın amacı, öncelikle William James’in pragmatik yaklaşımını ele almak ve daha sonra pragmatizm bağlamında dini nasıl temellendirdiğini irdelemektir. Bu bağlamda çalışma, William James’in; Pragmatizm, Dini Tecrübenin Çeşitliliği, İnanma İradesi isimli eserlerini incelemekle sınırlıdır. Nitel araştırma yöntemi takip edilen bu çalışmada William James’in din olgusunu ve pragmatizm temellendirmesini ele aldığı ilgili eserler doküman analizi tekniğiyle incelenmiştir.</p> Arş. Gör. Hümeyra Ahsen Doğan- Doç. Dr. Behlül Tokur Telif Hakkı (c) 2022 Arş. Gör. Hümeyra Ahsen Doğan- Doç. Dr. Behlül Tokur https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/108 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Türkiye’de Helal Belgelendirme Çalışmalarının Tarihi ve Mevcut Durumu https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/233 <p style="font-weight: 400;">Dünyada helal standart çalışmaları 1970li yıllarda ülkesel bazda başlarken, 2010 yılında İslam İşbirliği Teşkilatı’na (İİT) bağlı olarak İslam Ülkeleri Standartlar ve Metroloji Enstitüsü’nün (SMIIC) kurulmasıyla uluslararası bir hal almıştır. Türkiye’de ise ilk uygulamaları 2009 yılında başlayan helal belgelendirme 2011 yılında Türk Standardları Enstitüsü’nün (TSE) İslam Ülkeleri Standartlar ve Metroloji Enstitüsü’nün standartlarını benimsemesi ile resmî kurumlar eliyle kapsamlı bir şekilde uygulama aşamasına geçilmiştir. Dünyada helal belgeli ürün ve hizmetlerin hitap ettiği ve genel olarak gıda, finans, turizm, eczacılık, tekstil, lojistik ve kozmetik alanlarından oluşan pazarın 1,8 milyar Müslüman’ın yanında gayrimüslimlerin de tercihleri doğrultusunda 3,6 trilyon doları finans, 1,2 trilyon doları gıda sektöründe olmak üzere 2 trilyon doları ürün ve hizmetler alanında gerçekleşmektedir. Dünyadaki sadece helal belgelendirme pazarının tahmini büyüklüğü ise 6 milyar dolardır<strong>. </strong>Helal belgelendirmenin dini, sosyal, kültürel ve ekonomik yanları düşünüldüğünde, konu Türkiye’nin diğer İslam ülkeleri ile olan ilişkileri açısından büyük bir öneme sahiptir. Bu çalışma ile 2011-2022 yılları arasındaki helal belgelendirme çalışmalarına kapsamlı bir bakış ile Türkiye’de helal belgelendirmenin tarihi ve mevcut durumu irdelenmeye ve dünyadaki durumun tespit edilmesine çalışılmıştır. Bu süreç içerisinde özellikle yurtiçinde yapılan helal belgelendirmelerin içerikleri, şekli, hedefleri ve etkileri ele alınmıştır. Helal belgelendirme üzerinden bazı firmaların yetersiz uygulamaları da incelemeye dahil edilmiştir. Helal ve helal belgelendirmeye dayanak teşkil eden standartlarla ilgili ulaşılabilen literatür taranmış, ilgili kurumların yapı ve işleyişi araştırılmış, yurtiçi-yurtdışı saha gözlemleri de mümkün olduğunca çalışmaya yansıtılmıştır. Dışarıdan bakıldığında sadece belgeler üzerinde inceleme gibi görülen helal belgelendirme çalışmalarının, görünenin dışında teknik ve dini olarak nasıl yapıldığı detaylı bir şekilde incelenmiştir. Müslüman olmayan ülkelerin bile büyük yatırımlar yaptığı böyle bir alanda, İslam ülkelerinin yatırım ve işbirliğinin ne kadar önemli olduğu tespit edilmiştir. Avrupa, Kuzey Amerika ve Uzakdoğu ülkelerinde yaşayan Müslümanların sayısı göz önüne alındığında söz konusu ülkelerin helal alanında yaptıkları çalışmalar sadece Müslüman toplumun dini gerekliliklerini karşılamalarını sağlamak için değil, aynı zamanda ticari, stratejik, kültürel ve turizm alanında da etkin bir rol üstlenmek istediklerini gösterdiği sonucuna ulaşılmıştır. Helalle ilgili dini ve ekonomik alandaki yatırım ve gelişmeler incelenirken, elde edilen etki ve sonuçların üniversiteler bünyesindeki çalışmalarla eşgüdümlü şekilde çoğalması, sahada elde edilen pratikler ile gözlem ve tespitlerin akademik alana da yansımasının bu alandaki kaliteyi daha da arttıracağı sonucuna varılmıştır.</p> Mustafa Bülbül (Başkanlık Müftüsü) Telif Hakkı (c) 2022 Mustafa Bülbül (Başkanlık Müftüsü) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/233 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 İslam Savaş Hukuku’nda Ahlâkî Normlar https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/157 <p style="font-weight: 400;">Savaş, evrensel bir olgudur ve tarihin her döneminde insanlığın hayatında var olmuştur. Savaşın ekonomik, politik, siyasî, dinî birçok sebebi vardır. İslam dininde ise İslam’ın adını yüceltmek, tebliğde bulunmak, din ve yaşama hürriyetini sağlamak, Müslümanlara yapılan eziyet ve zulümlerin önüne geçmek, ülke topraklarını korumak gibi sebepleri bulunmaktadır. İslam kendi ahlak sistemine uygun bir savaş hukuku geliştirmiştir. Bu ahkâmın içerisindeki ahlâkî normları tespit etmek ve açıklamak çalışmamızın amacını oluşturmaktadır. Çalışmamız; İslam’ın öngördüğü ve savaşa yansımış olan ahlâkî normlarının neler olduğunu anlamak ve bu normların Peygamber dönemi dışında da uygulanabilirliğini analiz etmek, böylece günümüzde var olan ve muhtemel savaşlara bir yol haritası çıkarmak açısından önem taşımaktadır. Konumuz bağlamında değerlendirilen ve çalışmamızda yer verilen 69 âyet bulunmaktadır. Ayrıca Buḫârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmiẕî, Nevevî, Zebîdî, Aḥmed b. Ḥanbel, İbnü’l-Es̱îr, İbnü’l-Cezerî gibi âlimlerinin eserlerinde cihâd, gazâ’ ve siyer başlığı ile yazılan bâb ve bölümler; Mülteḳa’l-Ebḥur, el-İḫtiyâr, el-Muġnî, el-Mebsûṭ, el-Muvaṭṭa’ gibi temel fıkıh kitaplarında yer alan savaşla ilgili hükümler incelenmiştir. Konumuzun kapsam ve sınırlılığı Hz. Muhammed döneminde yapılan gazve ve savaşlardır. Medine dönemi itibariyle İslam’ın yayılması, Müslümanların tanınması, devletlerarası hukukun oluşmasında savaş önemli bir etkendir. Bu dönemde yapılan gazvelerin sayısı 27 iken, seriyyelerin sayısı 35 ile 66 arasında olup net bir sayı tespit edilmemektedir. Dolayısıyla o dönemde Müslümanların hayatında savaş hali önemli bir yer kaplamaktadır. Bu sebeplerle İslam savaş hukuku alanında yazılan birçok müstakil eser, cihâddan bahseden âyet ve hadisleri temel alarak savaş için gereken şartları, savaş içi muamelelerin sınırlarını, rehine ve esirlerin statülerini ortaya koyar. Savaş hukuku milletleri, devletleri ve uluslararası hukuku etkileyen bir unsur olduğu için bu başlıklar altında da kendini göstermektedir. Çalışmamızda ulaşılan sonuçlara göre; İslam’ın barışı öncelediği fakat gerektiğinde savaşın da emredildiği ve teşvik edildiği görülmektedir. Müslümanlar, şartlara göre savunma yapan taraf veya savaşı başlatan taraf olabilmektedir. İslam’ın uluslararası hukuka yaklaşımı ne daimî bir savaş hali ne de tamamen barıştır; daha ziyade şartlara ve gerekliliğe göre şekillenen bir ilkesel tavırdır. Savaşın kaçınılmaz olduğu durumlarda bile cana ve canlıya verilen değer; minimum zarar ilkesi ile hayata verilen önem; canın, namusun ve kutsalın dokunulmazlığı, aşırılığa kaçmamak, zulüm, eziyet ve işkencenin yasak olması, ahde vefa ilkesi, temel insani hak ve özgürlüklere duyulan saygı gibi temel norm ve ahlâkî değerler gözetilmektedir. Peygamber döneminde bazı istisnaları bulunmakla beraber bu kurallara büyük ölçüde riayet edildiği tespit edilmiştir. Fakat peygamberin vefatından sonra gerçekleştirilen bazı savaşlarda ise kuralların esnetilmesi ve döneme göre te’vîl edilmesi tarihi bir gerçekliktir. Dolayısıyla, dönemsel şartların değişmesi, savaşların çeşitlenmesi ve globalleşmesi, teknolojinin gelişmesiyle savaşlarda kullanılan silah ve aletlerin de değişmesi gibi sebeplerden ötürü İslam savaş hukuku bağlamında önceki çağlardaki müelliflerin eserlerinde belirlenmiş ilkelerin günümüzde de uygulanabilirliğinin tekrardan gündeme getirilerek tartışılması ve daha sistemli olarak ele alınması gerekmektedir.</p> Zeliha Nur Kayahan (Yüksek Lisans Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Zeliha Nur Kayahan (Yüksek Lisans Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/157 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Muhammed b. Fadl el-Kemârî ve Buhara Hanefî Geleneğindeki Yeri https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/222 <p style="font-weight: 400;">Buhara Hanefî geleneğinin önemli simalarından biri Muhammed b. Fadl el-Kemârî'dir (öl. 381/991). Kendisi, İmam Muhammed’in (öl. 189/805) öğrencisi ve en önemli râvileri arasında bulunan Ebû Hafs el-Kebîr (öl. 217/832) ile başlayan Ebû Hafs es-Sağîr (öl. 264/878) ve Sebezmûnî (öl. 340/952) ile devam eden hoca-talebe silsilesinin bir halkasıdır. Bu özelliği sebebiyle Muhammed b. Fadl’ın hayatı, Hanefî mezhebi silsilelerindeki yeri ve referans alınan bazı görüşleri, çalışmamızın konusunu teşkil etmektedir. Buhara Hanefî geleneğinin oluşmasında kilit isimlerden biri olan Muhammed b. Fadl’ın Hanefî fıkıh geleneğindeki yerinin anlaşılması ve görüşlerinin ortaya konulması, kendisinden sonra yetişen ve özellikle mezhebe katkılarıyla öne çıkan Hanefî fakihlerin görüşlerinin kaynaklarının bilinmesi açısından önem arz etmektedir. Ayrıca mezhebin teşekkülünden sonra farklılaşmaya başlayan Irak, Buhara/Semerkant ve Belh Hanefîliğinin ayrıştıkları noktaların ortaya konulmasına yardımcı olacaktır. Muhammed b. Fadl'ın tanıtılması, Hanefî geleneği hoca-talebe silsilelerindeki yeri ve müracaat edilen fıkhî görüşlerinin ortaya konulması, çalışmamızın amaçları arasında yer almaktadır. Ayrıca kendisinden sonra öğrencileriyle devam eden fıkıh silsilelerinin ortaya konulması hedeflenmiştir. Nitel araştırma yöntemlerinden doküman/literatür tarama yönteminin kullanıldığı çalışmamızda elde edilen bilgiler karşılaştırılarak analiz edilmiştir. Araştırmanın amacına ulaşabilmesi için tabakât ve tarih kaynaklarının yanında klasik usûl ve fürû eserleri de taranmıştır. Zaman zaman bunların dışındaki kaynaklara da bakılması gerekmiştir. Klasik literatürde aynı adı taşıyan çok sayıda âlim olması sebebiyle Muhammed b. Fadl el-Kemârî, diğerlerinden ayırt edilmiş ve klasik Hanefî kaynaklarında görüşlerine çokça atıfta bulunulanın kendisi olduğu ortaya konulmuştur. Kendisinin görüşlerine daha çok fürû fıkıh ve fetva eserlerinde başvurulduğu, az sayıda olmakla birlikte fıkıh usûlü ve kelam konularında da görüşlerinin referans alındığı görülmektedir. Muhammed b. Fadl'ın Buhara Hanefî geleneğinde başlangıç halkası olduğu üç farklı hoca-talebe silsilesinin olduğu anlaşılmaktadır. Bu silsilelerden ilki, talebesi Ebû Ali en-Nesefî (öl. 424/1033) ile başlar, Halvânî (öl. 452/1060?) ile üç farklı kola ayrılır. Bunlar Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî (öl. 493/1100), Serahsî (öl. 483/1090?) ve Bekir ez-Zerencerî (öl.512/1118) ile devam eder. Bunların ilkinden Necmeddîn en-Nesefî (öl. 537/1142), Alaeddîn es-Semerkandî (öl. 539/1144) ve Kâsânî (öl. 587/1191) gibi âlimler yetişmiştir. İkincisinden Sadr unvanıyla meşhur olan Burhan Ailesi âlimleri gelmektedir. Üçüncüsü ise Zerencerî ailesiyle devam etmektedir. Muhammed b. Fadl’a dayanan ikinci fıkıh silsilesi ise Üstürûşenî (öl. 404/1013) ve Debûsî (öl. 430/1039) ile devam etmektedir. Bu kolun en önemli özelliği Irak Hanefîliği ile etkileşimde olmasıdır. Nitekim Üstürûşenî’nin hocaları arasında Irak Hanefîlerinin önde gelen fakihlerinden Cessâs bulunmakta ve Debûsî’nin de Irak etkisinde kaldığı bilinmektedir.</p> Dr. Adnan Hoyladı Telif Hakkı (c) 2022 Dr. Adnan Hoyladı https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/222 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Muhammed el-Emîn el-Hererî’nin Hadâiku’r-ravh ve’r-rayhân Tefsirinde Fâize (Ribâ) Yaklaşımı https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/99 <p style="font-weight: 400;">Tarihi kesin olarak bilinemeyecek kadar eskilere dayanan fâizli muameleler ve akitler her toplumda süre gelmiştir. Fâizin meşruiyeti konusu ortaya çıktığı dönemlerden beri din adamları, filozoflar, iktisatçılar ve konuya ilgi duyanlar tarafından sürekli tartışılmaktadır. Vahye dayalı bütün semâvî dinlerde fâizli muameleler yasak ve haram sayıldığı gibi dinî olmayan birçok sistemde de fâize karşı birtakım engelleyici önlemler alınmıştır. İslam öncesi dönemde cahiliye toplumunda yaygın bir şekilde uygulanan fâizli muameleler, Kur’an-ı Kerim’de ve Hz. Peygamberin hadislerinde yasaklanmıştır. Kur’an-ı Kerim, hadisler ve fıkıh literatüründe ribâ kavramıyla ifade edilen fâiz, tüm çeşitleriyle haram kılınmıştır. Fâizi yasaklayan naslar sarih olduğu için bu konuda ittifak söz konusudur. İslam toplumunda ribâ ve fâiz üzerinde yapılan tartışmalar ribevî malların çeşitleri, hangi tür akitlerin fâizli muameleye dahil olduğu gibi detaylar üzerinden yürütülmüştür. İslam alimleri ve müctehid imamlar fâiz konusunu ele alırken bütüncül bir yaklaşımla itikâd, amel, ahlak, sosyal hayat ve iktisat boyutlarıyla irtibatlı olarak değerlendirmişlerdir. Çağdaş dönemde sanayileşme, iktisadî ve ticarî alanların çeşitliliği, dünya üzerindeki sermayenin daha çok bankalar üzerinden el değiştirmesi ve sermayenin Müslümanlardan çok gayrı Müslimlerin elinde olması gibi sebeplere paralel olarak fâiz konusu daha farklı boyutlarıyla tartışılmaya başlanmıştır. Ribâ, fâiz, kredi ve benzer kavramların anlam delaletleri üzerinden yürütülen tartışmalarda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Müfessirler yaşadıkları dönemin problemlerini tefsirlerine yansıtarak ilgili ayetlerin açıklamasını yaparken söz konusu tartışmalara da yer vermişlerdir. Çağdaş dönem müfessirlerinden Muhammed el-Emîn el-Hererî (ö. 2019), <em>Hadâiku’r-ravh ve’r-rayhân </em>isimli tefsirinde fâizle ilgili ayetlerin yorumunda bu tartışmalara değinerek kendi özgün görüşlerini ortaya koymuştur. Bu çalışmada Hererî’nin tefsirinde fâiz yasağıyla ilgili ayetlere getirmiş olduğu yorumları üzerinde durularak günümüz iktisadî hayatının çok tartışılan konusu hakkındaki görüşleri klasik ve modern kaynaklardan yararlanılarak temellendirilmeye çalışıldı. Hererî’nin fâiz konusundaki görüşleri günümüz insanının konuyla ilgili problemlerine bazı öneriler sunduğu için önemlidir. Hererî, Bakara sûresi 2/275.-279. âyetleri yorumlarken fâiz konusunda klasik anlayışı benimsemiştir Âli-İmrân 3/130. âyetin tefsirinde fâiz konusunda özellikle bankalardan alınan kredilerle ilgili kendine özgü görüşler ortaya koymuştur. Haramları lizatihî ve ligayrihî haram yani haramlığı kendisinden ve haramlığı başka bir şey sebebiyle olan kısımlarına ayırmıştır. Günümüz insanının fâiz karşılığında bankalardan aldığı kredileri “ribe’n-nesîe” liaynihî haramlardan saymıştır. Ancak zaruret ilkesinden hareketle ihtiyaç halinde banka kredisi alınabileceği görüşünü savunmuştur. Bir Müslümanın başka türlü borç bulamaması halinde ihtiyaç ve zarurete dayanarak fâizli kredi almasının manevî sorumluluğunu fâizli krediyi verenin değil, alanın üzerinde olacağını söylemiştir. Bu çalışmanın temel konusu Hererî’nin fâizli krediler hakkındaki görüşleridir.</p> Dr. Servet Demirbaş Telif Hakkı (c) 2022 Dr. Servet Demirbaş https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/99 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Cahiliye Arap Toplumunda Cariyenin Evliliği ile ilgili Uygulamalar ve İslam’ın Getirdiği Hukuki Düzenlemelerin İncelenmesi https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/190 <p style="font-weight: 400;">Köle, genel olarak ‘özgür olmayan, efendiye bağımlı, alınıp satılan hukuki, iktisadi, sosyal bakımlardan hürlerden farklı olan kimse’ şeklinde tarif edilir. Kadın köleye cariye denir. İnsanlık tarihiyle birlikte var olduğu düşünülen kölelik Mezopotamya, Antik Yunan, Roma gibi birçok medeniyette var olduğu gibi İslam öncesi Cahiliye Arap toplumunda da yer almaktaydı. Bu dönemlerde savaş esirliği başta olmak üzere kaçırılma, suç işleme ve ekonomik nedenler köleliğin ana kaynaklarıydı. İslam, kölelik kaynağını yalnızca meşru savaş sonucunda ele geçirilen esirlerle sınırlandırdı. Cariyelerin Cahiliye Arap toplumunda temel haklarının çoğu bulunmamaktaydı. Tüm hakları efendisinin elindeydi. Cariyeler, insan olarak kabul edilmez mal gibi alınıp satılırlardı. Genellikle fuhuş için kullanılırlar, sahiplerine bu yolla para kazandırırlardı. Cariyelerin azat edildikleri nadir görülen bir durumdu. Bir hür ve kölenin evlenmesi yasaktı. Efendisi istediği cariye ile birlikte olabilirdi. Cariyenin efendisinden çocuğu olduğunda o da esir kabul edilirdi. Eğer efendi isterse çocuğun nesebini kabul ederdi. Bu ‘ümmüveledin’ statüsü değişmezdi. Kimi cariyeler erkeklerle zina ederdi. Bu erkeklerden hamile kaldıklarında cariye, çocuğun bu erkeklerden birinden olduğunu söylerdi ya da kāif çocuğun nesebini zâni erkeklerden birine bağlardı. Aynı şekilde erkeğin çocuğun kendisinden olduğunu söylemesi ile de nesebin ilhakı kabul edilirdi. Nesebin ilhakı, Cahiliye Araplarında bir çeşit nikah olarak kabul edilmekteydi (biğâ nikahı). İslam, cariyelerin kişisel hakları ve hukuki statüleri ile ilgili bazı iyileştirmeler yapmıştır. İslam’da cariyelerin azat edilmelerine imkân sağlayacak farklı uygulamalar öngörülmüştür. Cariyelerle evliliğe teşvik edilerek hür veya köleyle evlenebilme hakkı verilmiştir. Çocuklarının nesebi ile ilgili kurallar getirilmiştir. Fuhuş yapması yasaklanmıştır. Cariyenin efendisinden başka biriyle birlikte olabilmesi için evlenmesi şart koşulmuştur. Fuhuş sonucunda dünyaya gelen çocuğun zâni erkeklerden birine ilhak edilme uygulaması kaldırılmış, cariyenin efendisine ait olduğu kuralı getirilmiştir. Ümmüvelede efendisi öldükten sonra hürriyetine kavuşma hakkı verilmiş, satılmasını yasaklanmıştır. İslam’ın geldiği dönemdeki toplumsal durumu analiz ederek getirdiği bazı hükümlerin daha iyi anlamak için yaptığımız bu çalışmamızda Cahiliye Araplarındaki cariyeler ve evlilikleri ile ilgili uygulamaları, İslam hukukunda bu uygulamalardaki farklılıkların incelenmiştir. Dokümantasyon yöntemi ile elde edilen veriler mukayese edilerek incelenmiştir. Çalışmamız sonucunda çoğu haktan mahrum, fuhuşta kullanılan, evlenilmesi zül olarak kabul edilen köle kadınlar hakkında İslam’ın iyileştirici düzenlemeler getirdiği tespit edilmiştir. Cariyelerle evlilik hakkı tanınması, fuhuşta kullanılmalarının yasaklanması, neseplerinin koruma altına alınması, özgürlüklerine kavuşabilecekleri düzenlemeler yapılması bu kapsamda sayılabilir. Kur’an’da ve sünnette yer alan cariyelerle ilgili hüküm ve uygulamalar, İslam hukukçuları tarafından zamanla ayrıntılı hale getirilmiştir. Cariyelerle ilgili aile ve ceza hukuku gibi İslam hukukunun ana dallarında ayrıntılı çalışmaların yapılması İslam’ın getirdiği hükümlerin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacaktır.</p> <p style="font-weight: 400;">* Bu çalışma Prof. Dr. İbrahim Yılmaz danışmanlığında devam eden “İslam Aile Hukukunda Cariye” başlıklı yüksek lisans tezi esas alınarak hazırlanmıştır (Nevşehir: Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2022).</p> Gülistan Özdeş (Yüksek Lisans Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Gülistan Özdeş (Yüksek Lisans Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/190 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Pezdevî ve Semerkandî Örnekleri Üzerinden Hanefi İcmâ Teorisine Dair Bir İnceleme https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/263 <p style="font-weight: 400;">Fıkhın delilleri arasında şeref sıralamasında üçüncü sırada olan icmâ, kuvvetler sıralamasında ilk sırada değerlendirilmektedir. Bu çalışmada, eserleri ve iddiaları ile Hanefî fıkıh usûlü açısından önemli yeri olan Ebü’l-Usr el-Pezdevî (ö. 482) ve Alâeddin es-Semerkandî’nin (ö. 539) icmâ anlayışları çerçevesinde Hanefî fıkıh usûlünde icmâ teorisi incelenmiştir. Sistematik telifiyle usûl literatüründe bir dönüm noktası olarak görülen Pezdevî’nin, tevarüs ettiği ilmi birikimi aktarmada dolambaçsız bir yol olduğu kabul edilebilir. Pezdevî’nin fıkıh usûlünde icmâın icmâ ile neshini kabul ettiği bilinen tek Hanefî müellif olması, -yukarıda işaret edilen özelliği ile birlikte düşünüldüğünde- icmâı nasıl bir teorik çerçeveye yerleştirdiği daha da önem kazanır. Semerkandî ise Mîzânü’l-uṣûl fî netâʾici’l-ʿuḳūl adlı eserinin girişinde kendinden önceki usûl yazım geleneğini iki grupta değerlendirir. Bunlardan birincisi, aslın ve fer‘in bilgisine sahip; şer‘î ve akli ilimlerde ilerlemiş müelliflerin eserleridir. Mâtürîdî’nin (ö. 333) öncüsü olduğu bu yazım yöntemi, zorluğundan dolayı terk edilmiştir. Diğeri ise naslardan hüküm çıkarmada mahir olsalar da asılda yani aklî hükümler konusunda eksik olmaları sebebiyle görüşleri zamanla muhaliflerin görüşlerine benzeyen âlimlerin eserleridir; ki bu yöntemle eser yazımı oldukça yaygınlaşmıştır. Semerkandî bu hataya düşmeden bir eser telif etme girişimini açıklar. Onun bu girişimi, iddiasından beklenen yankıyı uyandırmasa da Pezdevî’nin temsil ettiği geleneği eleştirmiş olması önemlidir ve bu sebeple çalışmanın kapsamına alınmıştır. Bu çalışmanın temel amacı, biri geleneğin sembolü haline gelmiş diğeri ise onu bazı yönlerden eleştirmiş olan Pezdevî ve Semerkandî’nin literatüre katkılarının ve genel olarak Hanefî fıkıh usûlünde icmâın nasıl temellendirildiğinin ortaya konulmasıdır. Çalışmada öncelikle her iki müellifin kitaplarının icmâ bölümleri incelenmiş, daha sonra kendilerinden önceki literatürden yararlanılmıştır. Pezdevî’nin metni kısa ve öz olduğundan, inceleme sürecinde şârihlerin değerlendirmeleri hatırda tutulmuştur. Semerkandî’nin metni tafsilatlı olsa da Pezdevî kadar sistematik olmaması ve neşirlerde farklılıklara veya hatalara rastlanması sebebiyle, birisi yazma olmak üzere üç nüsha tetkik edilerek değerlendirilmiştir. Böylece müelliflerin literatüre katkıları daha anlaşılır hâle gelmiş, aralarındaki temel farklılıkların yanı sıra, kavramsal ve teorik örgü bakımından ayrıştıkları noktalara da değinilmiştir. Ayrıca müelliflerin orijinal yönleri çözümlenmeye ve izah edilmeye çalışılmıştır. Çalışma sonucunda Hanefîlerin icmâ teorisinin temelleri ortaya konulmuştur. Bunlardan keramet teorisi, icmâ anlatımının belkemiğini teşkil ederken, vuku delili ise icmâ eleştirilerine karşı kullanılan belli başlı argümanlar arasındadır. Bunun yanında teoride Kerhî (ö. 340) ve Cessâs’tan (ö. 370) gelen temel ayrışmalar bulunduğu ve bu iki damarın kimi noktalarda Pezdevî ve Serahsî (ö. 483) tarafından miras alındığı görülmüştür. Bu ayrışmadan çıkan bir önemli sonuç da aynı hocanın öğrencisi olmaları sebebiyle, Pezdevî’nin eserinin, Serahsî’nin eserinin bir özeti mahiyetinde olduğu şeklindeki bazı çağdaş kanaatlerin doğru olmadığının anlaşılmasıdır. Şârihlerin Pezdevî’nin icmâın neshi görüşüyle ilgili açıklamalarının detaylıca değerlendirilip farklı ihtimaller üzerinde durulduğu bu çalışmada Semerkandî’nin kelamî bakışının yarattığı fark da sorgulanmıştır.</p> <p style="font-weight: 400;">* Bu çalışma Prof. Dr. Kâşif Hamdi Okur danışmanlığında, 2018 yılında tamamlanan “Pezdevî ve Semerkandî Örneğinde Hanefi Fıkıh Usûlünde İcmâ” başlıklı yüksek lisans tezi esas alınarak hazırlanmıştır (Çorum: Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2018).</p> Tuğba Gül (Doktora Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Tuğba Gül (Doktora Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/263 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Camiye Giderken Yenilmemesi Gereken Yiyeceklerle İlgili Rivayetlerin Hadis İlmi Açısından Tahlili ve Değerlendirilmesi https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/255 <p style="font-weight: 400;">Camiler, İslam medeniyetinin merkezinde yer almaktadır. Günde beş vakit hazır bulunduğu bu mekanlar, Müslümanın hayatında önemli bir yer teşkil etmektedir. İnsanların bir araya geldiği camilere girip çıkarken dikkat edilmesi gereken bazı hususlar vardır. Bunların bir kısmını Hz. Peygamber’den nakledilen hadislerde bulmak mümkündür. Bu çalışmanın konusu, bir kimsenin camiye giderken yememesi gereken yiyeceklerle ilgili rivayetlerin tahlili ve günümüz açısından değerlendirilmesidir. Araştırmanın amacı, camilerde insanların birbirlerini rahatsız edecek yiyeceklerin rivayetler ışığında belirlenmesi, Hz. Peygamber’in bu yiyecekleri yiyerek camiye gelmeyi neden yasakladığının ortaya konulması ve yasaklamanın altındaki sebepten hareketle mevcut şartlar ile imkânlar çerçevesinde bu minvaldeki rivayetlerin nasıl anlaşılacağını tespit etmektir. Bu konuda Hz. Peygamber’den aktarılan rivayetlere rağmen günümüzde farklı şekillerde de olsa aynı durumun yaşanması nedeniyle böyle bir araştırmanın yapılması, çalışmanın önemini ortaya koymaktadır. Bunun için nitel araştırma yöntemlerinden doküman analizi kullanılarak hicrî ilk beş asırda telif edilen temel hadis kaynaklarındaki konuyla ilgili rivayetler muhtevaları yönünden etkik edilmiştir. Araştırmanın sonunda şu sonuçlara ulaşılmıştır: Mescide giderken yenilmemesi gereken yiyeceklerle ilgili rivayetlerin nakledildiği bir bâb başlığı birçok hadis kitabında bulunmaktadır. Bu rivayetlerde Hz. Peygamber, yiyeceklerin bazen birini ya da birkaçını veya hepsini ismiyle birlikte zikretmiştir ki, adı geçen yiyecekler şöyledir: Sarımsak, soğan ve pırasa. Bazen de Rasûlullah, bunları “bitki/ler, yeşillik/ler” gibi isim vermeden belirtmiştir. Tâbi‘ûndan ‘Atâ’ b. Ebû Rabâh’tan (öl. 114/732) gelen nakilde ise burada kastedilen yiyeceklerin “sarımsak, soğan, pırasa ve turp” olduğu açıklanmıştır. Rivayete göre Hz. Peygamber, sarımsağı “Her kim bu pis bitkiden yerse kokusu üzerinden gidinceye kadar mescide yaklaşmasın.” buyurunca insanlar bunu sarımsağı yemenin haram kılındığı şeklinde anlamış, ancak Allah’ın helal kıldığı bir şeyi kendisinin haram kılamayacağını ve sarımsağın kokusundan hoşlanmadığını söylemiş, Cebrâil’le görüştüğü için normal zamanlarda da sarımsağı yemekten çekindiği nakledilmiştir. Nitekim bu durum, daha sonraki dönemlerde de farklı anlaşılmış, İbn Hazm (öl. 456/1064) bu yiyecekleri yiyerek camiye gelmenin haram olduğunu savunsa da çoğunluk mekruh olduğunda birleşmiştir. Dolayısıyla bu yiyecekleri yiyerek mescide gelmenin yasaklanmasının sebebi, yedikten sonra ortaya çıkan kokusunun hadislerde belirtildiği gibi insanlara rahatsızlık vermesidir. Öyle ki bazı rivayetlerde pişirmek suretiyle kokularının giderilip tüketilebileceği geçmektedir. Ancak yasaklamanın sadece hadislerde yer alan yiyeceklerle sınırlı olmayıp aynı özelliğe sahip olan başka şeyleri de kapsadığını söylemek mümkündür ki, bazı hadis kitaplarındaki bâb başlığı “Sarımsak, soğan, pırasa ve benzeri…” şeklindedir. Dolayısıyla günümüzde kokusu dolayısıyla insanları rahatsız edecek şeyler de bu bağlamda değerlendirilebilir. Meselâ, özellikle mescide girmeden hemen öncesinde içilen sigara ve puro, yendikten bir müddet sonra insanın vücudunda kokan çemen, pastırma ve bu tarz başka yiyecekler, birisi kokladığında rahatsız edecek kadar gereğinden fazla sürülen parfüm, aşırı ter, ayak ve ağız kokusu vb. hususlar sayılabilir. Ayrıca Mâlik b. Enes (öl. 179/795) gibi bazı âlimler, bir kimsenin sadece mescide gelirken bu yiyecekleri yiyemeyeceği görüşüne sahip olsa da insanlarla bir araya gelinen diğer durumlarda da (toplantı, okul, toplu taşıma, düğün gibi) benzer bir yaklaşım sergilenmesi gerekmektedir. Zira Hz. Peygamber’in bazı hadislerin sonunda yenilen şeyin kokusu gidene kadar yiyen kişinin evinde oturması gerektiğini buyurduğu nakledilmektedir. Böylece hadislerde toplumsal düzeni bozan bir davranış belirlenmektedir. Çalışmanın sonuçları, dönem ve şartlar değişse de Hz. Peygamber’in bu konudaki nehyinin maksadından hareketle aynı sebebe sahip diğer şeylerin de bu kapsama girdiği şeklindeki ilişkilendirme ve açıklama olarak görülebilir.</p> Arş. Gör. Dr. Halil İbrahim Doğan Telif Hakkı (c) 2022 Arş. Gör. Dr. Halil İbrahim Doğan https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/255 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Modern Çağın Son Soykırımı: Doğu Türkistan https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/143 <p style="font-weight: 400;">Bu tebliğde uluslararası belgeler ışığında belirlenen kriterler kapsamında, Çin Hükümeti’nin Uygur Türklerine yönelik uygulamaların soykırım niteliği taşıyıp taşımadığı incelenmiştir. Bu bölgede yaşayan Uygur Türkleri geçmişte olduğu gibi günümüzde de birçok hak ihlali ile karşı karşıyadır. Çin’in bu bölgede yaşayan Uygur Türklerine yönelik yürüttüğü faaliyetler ise artık bir mezalim boyutunu aşmış, sistemli bir soykırım boyutuna ulaşmıştır. Dolayısı ile bu çalışmanın temel hipotezi Uygur Türklerinin maruz kaldıkları zulmün soykırım niteliğine ulaştığıdır. Çalışmada Çin’in Doğu Türkistan’ı işgal ettiği yıl olan 1949 yılı başlangıç olarak esas alınmış ve günümüze değin incelenmeye çalışılmıştır. Dolayısı ile çalışmanın kapsam yılı 1949-2022 yılları arasındadır. Oldukça geniş bir süreç olduğundan çalışma boyunca en önemli olaylara yer verilmeye çalışılmış, soykırım boyutuna ulaşan güncel olaylara yer verilmeye özen gösterilmiştir. BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin tanımladığı soykırım tanımından ve Gregory Stanton’ın yayımladığı Soykırımın Sekiz Aşaması isimli Raporu’ndaki analizinden yola çıkılarak kurulan hipotezin doğrulanması ve Doğu Türkistan’da yaşayan Uygurlar hakkında yapılacak çalışmalara katkı sağlamak, bölgede gerçekleştirilen soykırım suçunu duyurmaktır. Soykırım durdurulması gereken uluslararası bir suçtur. Bu suçun geniş kitlelere duyurulması, hala devam eden hak ihlalleri ve bölgede işlenen soykırım suçuna dikkat çekilmesi açısından oldukça önemlidir. Çalışmada yer alan temel iddianın doğruluğu literatür taramasına dayalı (ikincil kaynak kullanımına dayalı) betimsel veri analizi yöntemi ile doğrulanmaya çalışılmıştır. Yapılan çalışmanın sonucunda toplanan veriler incelendiğinde Çin'in Doğu Türkistan'da uyguladığı politikalar Nazi Almanya’sının Yahudiler üzerinde yürüttüğü politikalarla dolayısıyla Yahudilerin uğradığı soykırım ile ve bunun yansıra geçmişte yaşanmış diğer soykırımlar ile birçok benzerlik göstermektedir. Sözde “yeniden eğitim” maksadıyla oluşturulan toplama kampları, bariz bir ötekileştirme ve asimilasyon politikasıdır. Dinsel, ırksal veya etnikçi nedenlerle insanlar sınıf ayrımına tabi tutulmaktadır. Doğu Türkistan bölgesinin kontrolünü sağlamak, Uygurları ve diğer Müslüman azınlıklıkları daha kolay yönetim altına almak amacıyla en başta nüfusu azaltmaya yönelik faaliyetler uygulanmış, insanları asimile etmek, geçmiş tarihinden, kültüründen soyutlamak amacı ile planlı ve sistemli çalışmalar yürütülmüştür. Tüm bu faaliyetlerin en temelde nüfusun tüketilmesi maksadı taşıdığı çok net bir şekilde gözlemlenmiştir. Eğitim kampları, zorunlu evlilik ve doğum politikaları gibi uygulamalarla bir grubun nesli adım adım yok edilmeye çalışmaktadır. Gerçek şu ki kökenleri çok eskiye dayanan bu zulüm artık bir soykırıma dönüşmüştür. Bugün bile hala devam eden bu soykırım geçte olsa gündeme gelmiş, yapılanlar devletler tarafından da soykırım olarak nitelendirilmeye başlanmıştır. Ayrıca araştırmalar neticesinde Çin’in Uygur Türklerine yönelik yürüttüğü faaliyetler incelendikten sonra elde edilen veriler doğrultusunda çalışmanın temel hipotezi doğrulanmıştır. Uygur Türklerinin maruz kaldıkları zulmün soykırım olduğu en güncel verilerle açıklanmıştır. Çin’in Doğu Türkistan bölgesindeki soy tüketici faaliyetleri hala aktif bir şekilde devam etmektedir. Konunun güncelliği ve değişkenliği dolayısı ile çalışma hakkındaki veriler sürekli güncellenmekte olduğundan, konu üzerinde daha fazla çalışmalar yürütülmesi önerilmektedir.</p> Büşra Güner (Yüksek Lisans Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Büşra Güner (Yüksek Lisans Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/143 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Sömürge Yönetimlerinin Ruanda’da Yol Açtığı İnsanlık Krizi https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/206 <p style="font-weight: 400;">Günümüz Ruanda Cumhuriyeti gerek bulunduğu coğrafya gerekse tarihi dokusu bakımından stratejik konuma sahip bir ülkedir. İnişli çıkışlı yapısı ile zorlu bir süreç yaşanmıştır. Uganda, Tanzanya, Burundi ve Kongo Demokratik Cumhuriyetine komşu bir ülke olarak Doğu Afrika’nın çalkantılı bir noktasında bulunarak çatışmaların, kavgaların ve sorunların yaşandığı bir yapıya sahip olmuştur. Coğrafi yükseltileri kadar tarih boyunca insanlık krizleri de yükseldikçe yükselmiştir. Batılı güçlerin bölgede sömürgelerini oluşturana kadar Ruanda oldukça sakin ve huzurlu bir ülke olmuştur. Ülke topraklarını önce Almanlar, daha sonra Belçikalılar sömürgeleştirmiştir. Almanlar da Belçikalılar da ülkede varlıklarını devam ettirmek adına ülke halklarını kamplaştırmışlar, etnik yapıya dayalı bir toplum modeli oluşturmuşlar ve kitleleri birbiriyle çatışmaya itmişlerdir. Konuyu dört dönem özelinde ele almaya çalışacağız: Alman sömürgesi ve Belçika sömürgesi döneminde etnik çatışma zeminin hazırlanması, bağımsızlık dönemindeki resmi uygulamaların ülkede ayrışma ve toplumsal bozulmaya yol açması, 1994 yılında gerçekleşen soykırımla acı sonucun yaşanması. Yaşanan trajediler, modern dünyanın gözü önünde gerçekleşen soykırımlar, Ruanda’da tetiklenen etnik çatışmalar üzerinde dikkatlice düşünülmesi gereken hususlardır. Yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla kendi kendine yetmesi gereken ülkenin makus tarihi hakkında yeniden değerlendirme yapmamız gerekmektedir. İncelememizde Ruanda’da da yaşanan insanlık dramının perde arkasına dikkat çekmeye çalışacağız. Ülkede 1450-1890 yılları arasında Gisaka Krallığı hakimiyet sürmüştür. Geçmişe ait bu 540 yıllık dönemde Ruanda toprakları genelde sakin bir konuma sahip olup çatışmalardan uzak, farklı kabile ve aşiretlerin birlikte yaşadıkları bir coğrafyadır. Bu tarihlerde Ruanda kendi kendine yeten bir coğrafya olarak dikkat çekmektedir. Farklı kabilelerin geçiş alanı ve ikamet sahası olarak görülen Ruanda topraklarında birlikte yaşama ruhu bilinen bir özelliktir. Diğer Afrika halkları gibi Ruanda topraklarında yaşayan kitleler arasında da kimi bölgesel sorunlar yaşanmakla birlikte kitlesel çatışma ve kamplaşmaya rastlanmamaktadır. Halklar arasında sosyal ilişkiler ve ticari aktiviteler güçlü bir şekilde sürdürülmüştür. Sömürge dönemi ve sonrasında ise bu huzurlu ve geleneksel yapı bozulmuştur. Bildirimizde bozulan bu toplumsal dokunun değişim sürecini ele almaya çalışacağız.</p> Prof. Dr. Kadir Özköse Telif Hakkı (c) 2022 Prof. Dr. Kadir Özköse https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/206 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Türkiye’de Eleştirel Söylem Analizi Çalışmaları: İmkânlar, Esaslar ve Kısıtlılıklar https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/146 <p style="font-weight: 400;">Bu çalışmanın temel konusu Türkçe dilinde kaleme alınmış eleştirel söylem analizi eserlerine dair detaylı bir literatür taraması analizidir. Eleştirel söylem analizi kendine has bir disiplin olarak sosyal bilimlerde önemli bir araştırma aracı rolüne sahiptir. 1980’li yılların sonlarında ortaya çıkan ve ülkemizde görece yeni sayılabilecek bir araştırma yöntemi olan eleştirel söylem analizi çalışmaları temel olarak üç farklı akademisyenin ekolleri etrafında gelişmiştir. Bu alanda önde gelen isimlerden biri Teun A. van Dijk’tır (d. 1943). Sosyo-bilişsel yaklaşımın kurucusu olan van Dijk siyasi ve medya söylemlerinin incelemelerinde başvurulan önemli isimlerdendir. Bir diğer isim Norman Fairclough’tır (d.1941). Fairclough’a ait olan 3Boyutlu Eleştirel Söylem analizi metodu da söylem çalışmalarında önemli bir yere sahiptir. Eleştirel söylem analizi çalışmaları alanında bir diğer kritik isim Ruth Wodak (d. 1950) olarak bilinmektedir. Tarihi Söylem Analizi yönteminin kurucusu olan Wodak, bu yöntemi ilk olarak 1986’da yapılan Avusturya cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Waldheim’ın seçim programlarındaki önyargılı anti-Semitik dili ve imgelemi analiz etmek için geliştirmiştir. Wodak’ın geliştirdiği yöntem, o günlerden bu döneme dek, tarihi boyutu önemli olan birçok vakanın söylem analizinde yararlı olmuştur. Bu çalışma, adı geçen söylem bilimcilerin yaklaşımlarını açıklamayı ve eleştirel söylem analizi ve derlem analizinin, siyasi metinler ve medya metinleri araştırmalarındaki örneklerini Türk akademisi özelinde derlemeyi hedeflemektedir. Nitel araştırma yöntemi kapsamında yapılan bu çalışmanın sonucunda Türk yazınında yer alan eleştirel söylem analizi araştırmalarının temel özellikleri, imkânları ve kısıtlılıklarına dair önemli bilgilere ulaşılmıştır. Ulaşılan bilgilerin bir kısmı şöyle özetlenebilir: Yüksek Öğretim Kurulu’nun çevrimiçi veri tabanında 2003 yılından günümüze dek yayımlanmış eleştirel söylem analizi çalışmalarının toplamda 54 adet yükseklisans ve doktora tezini kapsadığı saptanmıştır. Bu tezlerin içinde Türkçe dilinde hazırlanan tez sayısı 23’tür. 2003 yılından günümüze yapılan Türkçe araştırmaların sayısının ise Google Akademik taraması sonucunda 90’dan fazla olduğu bilgisine ulaşılmıştır. Bu çalışmaların içinde en fazla atıf alan araştırma 2008 yılında yayımlanan “Söylem Analizi” başlıklı makaledir. Türkçe dilinde hazırlanmış eleştirel söylem analizi çalışmalarının önemli bir bölümünün temel kısıtlılığı, bu disiplini geliştiren yukarıda bahsi geçen uzmanların eserlerinin çevirilerinden faydalanılmasıdır, bu da yönteme dair ulaşılan kaynakları kısıtlı hale getirmektedir zira her temel eser Türkçeye tercüme edilmemiştir. Elde edilen bulgular ışığında, disiplinin Türkçe eserler özelinde nasıl daha iyi hale getirileceği konusu bu çalışmanın önemini göstermektedir.</p> Dr. Begüm Burak Telif Hakkı (c) 2022 Dr. Begüm Burak https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/146 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Bir Yumuşak Güç Unsuru Olarak YTB: Türkiye Mezunu Üst Düzey Bürokratlar https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/114 <p>Son yıllarda önemi daha da belirginleşen “yumuşak güç” olgusu devletlerarası ilişkilerin en etkili araçlarından biri haline gelmiştir. Devletlerin çeşitli kurumları aracıyla bir çeşit “kültür ihracına” dönüşen bu kavram askeri ve ekonomik kapasitesinden bağımsız olarak birçok devlet tarafından uygulanmaya başlanmıştır. Türkiye, bu ülkeler arasında “yumuşak güç” unsurlarını koordineli ve amaca yönelik olarak başarılı şekilde uygulayabilen ülkelerden biridir. Kamu diplomasisi olarak kavramsallaştırılan bu olgu devletin çeşitli resmi kurumları, sivil toplum örgütleri, görsel ve işitsel medya, sosyal, sanatsal ve sportif alanlarda nüfuz sahibi vatandaşlar ve bir düzine popüler kültür ürünleri aracılığıyla Türk kültürünün ve nüfuzunun yayılmasındaki temel bileşenlerdendir. Bu bağlamda Türkiye’nin önemli kurumlarından biri de Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’dır (YTB). YTB söz konusu dil ve kültür aktarımını farklı programlar ve projeler aracılığıyla yürütmektedir. Bu programlardan biri de Türkiye Mezunları programıdır. Çalışmanın ilgi alanını YTB tarafından uygulanan Türkiye Mezunları programı oluşturmaktadır. Bu çalışmanın amacı kendi ülkelerinde önemli üst düzey bürokratik görevler üstlenen Türkiye mezunu uluslararası öğrencilerin ülkeleri ile Türkiye arasındaki ilişkilerdeki rolünü araştırmaktır. Bu kapsamda çalışmanın örneklemini çoğunlukla kendi ülkelerinde bakanlık görevinde bulunan Türkiye mezunları teşkil etmektedir. Bununla birlikte çalışmada bazı önemli bürokratlar da incelenmektedir. Çalışma boyunca Türkiye’den mezun olduktan sonra kendi ülkelerinde önemli makamlara atanmış uluslararası öğrencilerin sonraki süreçte ikili ilişkilere katkısı araştırılmaktadır. Araştırmanın temel hipotezi Türkiye’nin güncel dış politikasında başarılı olduğu alanlardaki bölge ve ülkelerin üst düzey yetkilileri arasında YTB bursları ile Türkiye’de lisans veya lisansüstü eğitim görmüş Türkiye mezunlarının olduğu iddiası üzerine kuruludur. Çalışmada nitel bilimsel araştırma yöntemlerinden söylem analizi yöntemi kullanılmıştır. Bu kapsamda çalışmada Türkiye’de 1964-2016 yılları arasında eğitim görmüş ve kendi ülkesinde üst düzey görev icra etmiş ve etmekte olan 13 uluslararası öğrenci incelenmektedir. Bu bağlamda Tanzanya, Somali, Kosova, Libya, Bosna-Hersek Federasyonu, Azerbaycan, Arnavutluk, Bulgaristan, Slovakya, Endonezya ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) dâhil olduğu, on ülke ve bir bölgesel yönetim örneklem olarak seçilmiştir. Söylem analizi yöntemi vasıtasıyla araştırmada incelenen mezunların kendi ülkelerine döndükten sonraki süreçteki Türkiye hakkındaki söylemleri ve Türkiye’ye yönelik algıları analiz edilmektedir. Analiz esnasında mezunların çalışma hayatlarında Türkiye’ye yönelik söylemleri, algıları ve görüşlerinin ikili ilişkileri nasıl şekillendirdiği üzerinde durulmaktadır. Türkiye’nin kamu diplomasisi konusunda son yıllarda gerçekleştirdiği atılımların dış politikada önemli yansımaları olmuştur. YTB’nin uyguladığı Türkiye Mezunları programı mezunlarla iletişim ve koordinasyon konusunda başarılı bir uygulamadır. Türkiye’den mezun olan öğrencilerin Türkiye algısı ikili ilişkileri olumlu şekillendirmektedir. Çalışma kapsamında incelenen ülkelerdeki mezunların kendilerini Türk hissetmelerinin yanı sıra, ülkelerindeki projelerde Türk şirketlerine öncelik tanıması araştırmanın temel bulguları arasındadır. Öte yandan başarılı uluslararası mezunlar uluslararası toplum nezdinde de Türkiye’nin kamu diplomasisindeki hedeflerini pekiştirmektedir. Çalışma kapsamında resmi gazete, kişilerin demeçleri gibi birincil kaynakların yanı sıra, literatürdeki bilimsel çalışmalar, haber niteliği taşıyan süreli yayınlar gibi ikincil kaynaklar da kullanılmaktadır.</p> Seçim Korkmaz (Yüksek Lisans Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Seçim Korkmaz (Yüksek Lisans Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/114 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Çelebi Projesi: Almanca, Çince, Farsça, Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, Japonca, Rusça Dil Öğrenimi Destek Programı https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/258 <p style="font-weight: 400;">Millî Eğitim Bakanlığınca 2014 yılından itibaren Anadolu imam-hatip liselerinde program çeşitliliğine gidilmiştir. Bu kapsamda İmam-hatip liselerinde ilk olarak Arapça ve İngilizce hazırlık sınıfı olan dil programları açılmıştır. Daha sonra kapsam genişletilerek birinci yabancı dili, Almanca, Arapça, Çince, İngilizce, Farsça, Fransızca, İspanyolca, Japonca ve Rusça olan dil programları eklenmiştir. Bu programların açılmasında, bu dilleri konuşan ülkelerle beşerî, ilmi ve iktisadi münasebetler geliştirmek, milli ve manevi duygulara sahip nitelikli personel yetişmesine, katkı sağlamak, ulusal ve uluslararası kurum ve kuruluşların insan kaynağı kapasitesini desteklemek, ileri düzeyde yabancı dil becerisi ve akademik bilgiye sahip başarılı öğrenciler yetiştirmek amaçlanmıştır. Bu çalışmada Uluslararası Müslüman Topluluklarla Dayanışma Vakfı’nın (MÜSDAV) desteklediği Çelebi Proje’si hakkında bilgi verilecek ve değerlendirmelerde bulunulacaktır. MÜSDAV, İslam’ın yaygın olmadığı ve Müslümanların azınlık olduğu coğrafyalarda yaşayan Müslümanlarla, kardeşlik ve dayanışma hukukunu geliştirmek, Müslüman topluluklar arasında insanî bağların geliştirilmesini teşvik etmek amacıyla kurulmuş bir vakıftır. Vakıf, Müslüman toplulukların yaşadığı coğrafyalarda nitelikli insan kaynağını artırmak ve İslam’ın evrensel değerlerini yeryüzüne tanıtmak vakfın amaçlarından biridir. Vakıf, İslam’ın insanlığa huzur ve barış getirecek olan evrensel ilke ve değerlerinin tanıtılmasına katkı sağlamayı kendisine şiar edinmiştir. Bu bağlamda 2020 yılı temmuz ayında vakıf yönetim kurulunca, vakfın senedinde öngörülen eğitim faaliyetleri kapsamında, kuruluş amacındaki hedef coğrafyalarına yönelik nitelikli insan yetiştirilmesine katkıda bulunulması amacıyla, Almanca, Fransızca, Farsça, Japonca, Çince, İspanyolca ve Rusça hazırlık sınıfları bulunan Anadolu imam-hatip liseleri dil proje okullarının desteklenmesi kararı alınmış ve Millî Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü ile iş birliği protokolü imzalanmıştır. Türkiye genelinde zamanla gelişen şartlara ve ihtiyaçlara göre müfredatı çeşitlendirilen Anadolu imam hatip liselerinde yoğun yabancı dil eğitimi ve öğretimi almak isteyen öğrencilerin dil öğrenmeye teşvik edilmesi, yurt içinde ve yurt dışında yapılacak eğitsel, sosyal ve kültürel faaliyetlerle niteliklerinin ve yeterliliklerinin artırılması, öğrencilerin, millî, manevi, ahlaki, insani, akademik, sosyal, kültürel ve sanatsal alanlardaki becerilerinin geliştirilmesi amacıyla “Çelebi Programı” hayata geçirilmiştir. Paydaş kuruluş olan Diyanet İşleri Başkanlığı ve ÖNDER İmam Hatipliler Derneği ile iş birliği protokolleri yapılmıştır. Öğrencilere eğitim bursu, kitap okuma, film ve belgesel tahlili, konferans, seminer, yurtiçi ve yurtdışı kamp programlarının icra edildiği Çelebi Programı 2020-2021 eğitim-öğretim yılında faaliyetlerine başlamıştır. Güzel bir ivme yakalayan program ve öğrencilerde farkındalık oluşturmuştur.</p> Mehmet Yolcu (Genel Koordinatör) Telif Hakkı (c) 2022 Mehmet Yolcu (Genel Koordinatör) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/258 Tue, 16 Aug 2022 00:00:00 +0000 Sosyal Demokrasi İçeren Sosyo-Politik Bir Başarı Öyküsü: İsveç Örneği https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/178 <p style="font-weight: 400;">Araştırmanın konusu, sosyal demokrasi ideolojisi ve söz konusu ideolojinin İsveç’teki uygulamalarıdır. Nitekim sosyal demokrasinin ne anlama geldiği sorusuna her sosyal demokratın kendi kişisel cevabı vardır. Sosyal demokrasi, her üyenin üzerine yemin etmesi gereken sabit bir dogmalar bütününe sahip bir parti değildir ve hiçbir zaman da olmamıştır. Yüz yılı aşkın teorik tartışma ve pratik siyasetin şekillendirdiği, gelişimi parti manifestolarında izlenebilecek bir fikir geleneğine sahiptir. Dolayısıyla bu araştırmanın konusu, on yıllardır Sosyal Demokrat Parti tarafından yönetilen bir İskandinav devleti olan İsveç'te de; merkezde/yerelde demokratik yönetimden demokratik ekonomik refaha ve bu sayede sağlanan uzun-zamanlı ve üst seviyeli toplumsal barıştan sosyal adalet ve sürdürülebilir kalkınmaya ulaşan başarıların kendine özgü bir versiyonuna dönüşen sosyal demokrasinin öyküsünün, her zaman keşfedilmesi gereken benzersiz bir örnek olarak incelenmeye değer olması bakımından önemlidir. Araştırmanın amacı, sosyal demokrasi ideolojisi ve İskandinavya coğrafyasında başarı sağlamış bu ideolojinin söz konusu başarı etmenlerini İsveç örneği üzerinden irdelemektir. Esas olarak nitel araştırma metodolojisini kabul eden bu araştırmada tümdengelim yaklaşımı benimsenmiş olup, araştırma 26 adet doküman üzerinden içerik ve doküman analizi, 9 adet belge üzerinden söylem analizi ve yorumsamacılık gibi bilimsel araştırma yöntemlerinden yararlanılmıştır. Araştırmanın literatür taraması kapsamında, temel bilimsel veri ve söylem kaynakları yazılı dokümanlar olup, araştırmada kullanılan kaynaklar, daha çok günümüze yakın (1990-2020 arası gibi) bilimsel dokümanlar ve İsveç İstatistik Enstitüsü resmi yayınları ile İsveç Sosyal Demokrat Parti’nin 1930-2000 yılları arası resmi parti yayını dokümanları da taranmış ve incelenmiştir. Bu araştırmada ulaşılan temel sonuçlar olarak şöyle sıralanabilir; (a) İsveç Sosyal Demokrat Parti'sinin ülkede işçi sınıfı tarafından ve işçi sınıfı aracılığıyla bir toplumsal hareket olarak geliştiği ortaya konulacak; (b) sosyal demokrasi ideolojisinin İsveç özelindeki İskandinavya başarısının ana etmen ve parametrelerine yönelik analiz ve tespitler betimlenecek; (c) on yıllardır İsveç'teki diğer parti ve hareketlerle karşılaştırıldığında, neden İsveç tarihinin ülkenin Sosyal Demokrasi Partisi ve işçi hareketinin kimliği ve özel doğasıyla da ilgili olduğuna ilişkin bulgu ve tespitlerde bulunulacaktır.</p> Dr. Gökhan Ak Telif Hakkı (c) 2022 Gökhan Ak https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/178 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 1946 Seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisinin (CHP) Politikalarında ve Söylemlerinde Demokrasi Kavramı https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/102 <p style="font-weight: 400;">Bu çalışmada, 1946 yılında yapılan genel ve yerel seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) politikaları, parti üyelerinin ve partiyi destekleyenlerin söylemleri ‘’demokrasi’’ kavramı bağlamında ele alınmış ve bunların iç siyasetteki etkileri araştırılmıştır. İlk olarak Türkiye’nin çok partili hayata geçmesinde etkili olan dış ve iç faktörler ele alınmıştır. Bu bağlamda, II. Dünya Savaşı’nı demokrasi cephesinin kazanması, Birleşmiş Milletler Anayasası’nın imzalanması ve artarak devam eden Sovyet tehdidine karşı önlem alma zorunluluğu Türkiye’nin yüzünü Batı’ya dönmesine neden olmuştur. Tüm bu dış faktörler 1945 yılını takip eden yıllarda Türkiye’de meydana gelecek demokratik adımların sinyalini vermiştir. Ayrıca savaş öncesinde ve sonrasında yaşanan sosyo-ekonomik sıkıntılar, CHP iktidarının baskıları ve tüm bu nedenlerden dolayı halkta meydana gelen aşırı memnuniyetsizlik siyasal sistemde değişimin gerekli olduğunu iyiden iyiye hissettirmiştir. Bu sıkıntılara ek olarak iç siyasette büyük tartışmalara neden olan “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu”, “Bütçe Yasa Tasarısı” ve “Dörtlü Takrir” ile ilgili CHP’deki fikir ayrılıklarına değinilmiştir. Yukarıda bahsedilen dış ve iç faktörler neticesinde Türkiye’nin çok partili hayata nasıl geçtiğinden bahsedilmiş ve bu bağlamda Demokrat Partinin (DP) kuruluşu ve CHP’nin bu parti ile ilgili beklentileri ve söylemleri ele alınmıştır. Daha sonra iç siyasette büyük etkiye sahip olan II. CHP Olağanüstü Kurultayı’nın etkilerinden bahsedilmiştir. CHP kurultay da yerel seçime ek olarak genel seçimin de erken yapılmasına karar vermiştir. CHP, erken seçimlerle birlikte hem sistemin demokratik bir sistem olduğunu dünya kamuoyuna göstermek hem de muhalefet partilerinin güçlenmelerini engelleyerek mevcut tek-parti iktidarını muhafaza etmek istemiştir. Çalışma, CHP’nin politikalarından ve söylemlerinden dolayı demokrasinin tam olarak benimsenemediğini ve tek-parti sistemi içerisinde uygulanabilir bir alan bulamadığını göstermesi açısından önemli ve özgün bir niteliğe sahiptir. CHP’nin demokrasiye aykırı söylemlerini ve politik adımlarını ele alarak, CHP’nin DP ve tüm devlet sistemi üzerinde kurmaya çalıştığı tahakküm siyasetinin ayrıntılarına yer vermek araştırmanın temel amacı olmuştur. Araştırmada literatür taraması yöntemi kullanılmış ve araştırmanın büyük kısmını arşiv kaynakları oluşturmuştur. Bu bağlamda, CHP’nin 1946 seçimlerinde demokrasiye dair politikaları, parti üyelerinin ve partiyi destekleyenlerin söylemleri; dönemin önemli ulusal ve yerel gazeteleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) ve siyasi parti tutanakları, parti programları ve seçim beyannameleri analiz edilerek araştırılmıştır. Çalışma, CHP’nin 1946 seçimlerine dair politikalarının, partililerin ve partiyi destekleyenlerin söylemlerinin demokrasi kavramı ile bağdaşmadığını ve bu kavramın özümsenemediğini ortaya çıkarmıştır. Özellikle genel seçimde yaşananlar, bu seçimin Türk siyasi tarihinde “şaibeli seçim” olarak anılmasına neden olmuştur. Her iki seçimde yaşanan olaylar neticesinde, CHP’nin çok partili demokratik sistemi sürdürmeye çalışmaktan ziyade geleneksel, vesayetçi tek-parti demokrasi anlayışıyla devletteki konumunu korumaya çalıştığı anlaşılmıştır. </p> İbrahim Çevik (Yüksek Lisans Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 İbrahim Çevik (Yüksek Lisans Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/102 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Arap Diyalektlerinin Öğretilmesinde Seslerin Önemi https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/224 <p style="font-weight: 400;">Klasik Arapçanın asırlar boyunca pek değişmeyen, bu dile özgü bir ses sistemi bulunmaktadır. Bu sistem özellikle 7. yüzyılda belirginleşip değişmez bir hal almaya başlamış, daha sonraki dönemlerde neredeyse hiçbir değişikliğe uğramamıştır. Ancak yine 7. yüzyılda Arapça, kapsamlı göçler ve beşerî yer değiştirmeler sonucunda Arap Yarımadası’nın sınırlarını aşarak Kuzey Afrika üzerinden Akdeniz adaları ve güneybatı Avrupa ülkelerine kadar ulaşmıştır. Dolayısıyla o dönemde çeşitli kabilelerin farklı lehçelerle konuştuğu Arapça, zamanla Irak’ta Aramice, Suriye’de Süryanice, Mısır’da Kıptice, Mağrip ülkelerinde Berbericenin etkisinde kalmış, bu dillerle etkileşim sonucunda konuşma dili bağlamında bir değişim süreci içine girmiş, çağa ve yaşamın gereklerine ayak uydurmuştur. Bu dönemi izleyen asırlarda da Arapça, başta Türkler ve Farslar olmak üzere Arapların etkileşim içinde olduğu başka halkların dillerinden büyük ölçüde etkilenmiştir. Ancak bu etkileşim, klasik Arapçadan çok günlük konuşma dili bağlamında yaşanarak Arap diyalektlerinin şekillenmesinde etkili olmuştur. Bu değişim sürecindeki en önemli etken ise söyleyiş kolaylığı ve hızına bağlı olarak diyalektlerin sahip olduğu daha işlevsel yapı ve kurallar olmuştur. Diyalektlerin bu özelliği ise en çok ses siteminde görülmüş, ses sistemindeki değişiklikler ünsüz seslerde olduğu gibi ünlü seslerde de kendini göstermiştir. Ayrıca klasik Arapça ve Modern Standart Arapçada olmayan (ç - g - j - o - ı) gibi sesler de Arap diyalektlerinde çeşitli şekillerde kullanılmıştır. Arapçaya özgü (ث - ج - ذ - ض - ظ - ق) gibi ünsüz seslerin, Arap diyalektlerinde yumuşayarak (ت ـ س / گ - ژ / ز - د / د / ز / ء) gibi seslere dönüşebildiği görülmektedir. Aynı şekilde ünlü sesler bağlamında da Arap diyalektlerinin genel ses sisteminde önemli ses dönüşümleri olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum klasik Arapçada içerisinde med (uzatma) olmamasına rağmen Arap diyalektlerinde “med” olan ibareler şeklinde görülebildiği gibi imale şeklinde de görülebilmektedir. Bu ses dönüşümlerinin ise Arapça öğrenen ve ana dili Arapça olmayan öğrenciler açısından çeşitli telaffuz ve algı sorunları doğurabildiği değerlendirilmektedir. Bu çalışmada, Şam ve Kahire diyalektleri özelinde Arap diyalektlerinde dönüşüp değişen sesler ve bu ses dönüşümünün Arapça öğrenen ve ana dili Arapça olmayan öğrenciler açısından doğurduğu telaffuz ve algı sorunları üzerinde durulmuştur.</p> Dr. Mehmet Şayır Telif Hakkı (c) 2022 Dr. Mehmet Şayır https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/224 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Arapçadaki İ‘râb Harekeleri ile Türkçedeki Hâl Ekleri Karşılaştırması: Benzerlikler ve Farklılıklar https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/118 <p style="font-weight: 400;">Bu çalışmada, Arapçadaki i‘râb harekeleri ve onun Türk dilindeki karşılığı olarak görülebilecek hâl ekleri arasındaki farklılıklar ve benzerlikler ele alınacaktır. Bu çalışmanın amacı hâl eklerinin temelde i‘râb harekeleri gibi cümlenin ögelerine işaret ettiğini ortaya koyabilmenin yanı sıra eklerin anlamı belirlemedeki rolüne işaret etmektir. Araştırmanın girişinde ilk önce Arapçanın ve Türkçenin dil ailelerine değinilecektir. İlk bölümde Türkçedeki cümlenin temel ögeleri ve yardımcı ögeleri hakkında bilgi verilecek ve ardından bunların Arapçadaki muhtemel karşılıkları -Osmanlıcanın da yardımıyla- zikredilecektir. İkinci kısımda ise hâl ekleri hakkında genel bilgiler verilerek; bunların cümlenin hangi ögesine işaret ettiğine değinilecektir. Son olarak verilen bilgiler ışığında hareke ve eklerin benzerlikleri ve farklılıkları ortaya konulacaktır. Nitel araştırma yöntemlerinin kullanılacağı bu araştırmada, harekeler ve ekler arasında benzerlikler ve farklılıklar örneklerle açıklanarak daha iyi anlaşılması sağlanacaktır. Bu araştırmanın sonucunda dilin yapısı gereği i‘râb harekeleri ve ekler arasında birçok farklılık bulunsa da temel olarak aynı görevi gördükleri anlaşılmıştır. Nasıl ki Arapçada fetha mefule işaret eden bir hareke olarak biliniyorsa; Türkçede de ismin hâllerinden olan yükleme hâli ekinin (-ı/-i) belirtili nesneye işaret ettiği anlaşılmıştır. Zira Osmanlıcada da belirtili nesne, meful-ü bih sarih olarak isimlendirilmiştir. Buna ek olarak Türkçedeki öznelerin ve belirtisiz nesnelerin sürekli yalın hâlde geldikleri, bunun dışında hâl eki almadıkları tespit edilmiştir. Benzer yönleri olduğu kadar i‘râb harekeleri ve hâl ekleri arasındaki farklılıkların da olduğu anlaşılmıştır. Türkiye Türkçesinde hâl ekleri cümlenin ögelerine işaret etmeye ek olarak başka manaları kelimeye kazandırmak için de kullanılmaktayken; Arapçada böyle bir duruma rastlanmamıştır. Bunlara ek olarak hâl eklerine en çok benzeyen i‘râb alametinin hareke ile i‘râb olduğu anlaşılmış; mahalli i‘râb, takdiri i‘râb ve harflerle i‘râb konularının Türkiye Türkçesinde bir karşılığı bulunamamıştır. Zira Türkiye Türkçesinde isimlerin ikil yapıları bulunmamakla birlikte çoğullarında da aynı tekillerinde olduğu gibi hâl ekleri kullanılmaktadır. Aralarındaki farklardan bir diğeri ise Türkçenin sondan eklemeli bir dil olmasından kaynaklanmaktadır. Nitekim yalın hâlde bulunan bir isim başka hâl eki almasa da çoğul eki, iyelik eki gibi ekler alabilmektedir. Tespit edilebilen bir diğer önemli fark ise harekelerin konuşma içerisinde düşürülmesi ile alakalıdır. Zira cümle içerisindeki son harekenin düşürülmesi Arapça konuşan kişinin fasihliğine zarar vermezken; Türkçede eklerin düşürülmesinin dilin fesahatine zarar verdiği görülmüştür.</p> Münevver Bayram (Yüksek Lisans Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Münevver Bayram (Yüksek Lisans Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/118 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Cevâhiru’l-Belâğa Kitabı Özelinde Me‘ânî İlmi Bağlamında Günümüz Belâgat Kitaplarındaki Örneklerde Benzerlik Olgusu https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/105 <p style="font-weight: 400;">Arapların 19. yüzyıl sonlarında Avrupa ile ilmi ve fikri alanlarda temasa geçmesinden sonra başlayan modern dönemde; sarf, nahiv ve lügat gibi dil alanlarında olduğu gibi belâgat alanında da yeni çalışmalar yapılmış, fakat bu yeni çalışmaların önemli bir kısmı, başlık ve içerik yönünden klasik dönem belâgat kitaplarına benzemiştir. Mısırlı dilci, edebiyatçı ve eğitimci Ahmed el-Hâşimî (ö. 1943) tarafından kaleme alınan <em>Cevâhiru’l-belâğa</em> kitabı, Arap ülkelerinde ve Arap dili üzerine eğitim veren çeşitli ülkelerde uzun yıllar ders kitabı olarak okutulmuştur. Kitabına fesâhat ve belâgatin ne olduğunu anlatarak başlayan müellif; me‘ânî ilmindeki <em>müsnedün ileyh</em>in durumları, <em>mutlak-takyîd</em>, <em>kasır-vasıl-fasıl</em>, <em>îcâz-itnâb-müsâvât</em> gibi konuları incelemiş, ardından beyân ilmindeki <em>teşbih, mecâz, isti‘âre ve kinâyeyi</em> ele almıştır. Bedî‘ ilminde ise <em>tevriye, tıbâk</em>, ve<em> mukâbele</em> gibi anlamı güzelleştiren söz sanatlarını <em>muhassinât-ı ma‘neviyye</em> başlığı içinde değerlendiren müellif; <em>cinâs, seci‘</em> ve <em>müvâzene</em> gibi lafzı güzelleştiren söz sanatlarını <em>muhassinât-ı lafziyye</em> başlığı altında zikretmiştir. Müellif bu eserinde belâgat ilmini; me‘ânî, beyân ve bedî olmak üzere üç kısma ayırarak Ebû Ya‘kûb Sekkâkî (ö. 626/1229) ve Hatîb Kazvînî (ö. 739/1338) ile sistematik hale gelen belâgattaki kelam ve felsefe ekolünü takip etmiştir. Bu sistem sadece Hâşimî’ye has olmayıp son dönem beâgat kitaplarından Ahmed Mustafa el-Merâğî’nin (ö. 1952) <em>‘Ulûmü’l-belâğa</em>’sı; Abdülaziz ‘Atîk’in (ö. 1976) <em>fi’l-Belâgati’l-‘Arabiyye: </em><em>‘İlmü’l-me‘ânî</em>, <em>fi’l-Belâgati’l-‘Arabiyye: ‘ilmü’l-beyân</em> ve <em>fi’l-Belâgati’l-‘Arabiyye: İlmü’l-bedî‘</em> kitapları, Alî el-Cârim (ö. 1949) ve Mustafa Emîn’in (ö. 1953) <em>el-Belâgatü’l-vâdiha</em>’sı, Ahmed Matlûb’un (ö. 2018)<em> Esâlîb belâğiyye: el-Fesâha, el-belâğa, el-me‘ânî</em>’si, Muhammed Ahmed Kâsim ve Muhyiddîn Dîb’in <em>‘Ulûmü’l-belâğa: el-Bedî‘ ve’l-beyân ve’l-me‘ânî</em>’si, Hâmid ‘Avnî’nin <em>el-Minhâcü’l-vâdih li’l-belâğa</em>’sı, Hasan İsmâ‘îl Abdurrâzik’in (ö. 2008) <em>en-Nazmü’l-belâğî beyne’n-nazariyyeti ve’t-tatbîk</em>’i, Muhammed Ebû Mûsâ’nın <em>Hasâisu’t-terâkîb</em>’i, Mustafâ es-Sâvî el-Cüveynî’nin (ö. 1988) <em>el-Belâğatü’l-‘Arabiyye: Te’sîl ve tecdîd</em>’i, Abdurrahmân Hasen Habenneke el-Meydânî’nin (ö. 2004) <em>el-Belâgatü’l-‘Arabiyye: </em><em>Üsüsühâ ve ‘ulûmühâ ve fünûnühâ</em>’sı, Fadl Hasan Abbâs’ın (ö. 2011) <em>el-Belâğa fünûnühâ ve efnânühâ: </em><em>İlmü’l-me‘ânî</em>’si ile <em>el-Belâğa fünûnühâ ve efnânühâ: İlmü’l-beyân ve’l-bedî</em>‘i aynı sistem üzerine kurulmuştur. Bu çalışmada Ahmed el-Hâşimî’nin<em> Cevâhiru’l-belâğa</em> kitabınının me‘ânî bölümündeki örnekleri incelenmiş, müellifin konu anlatımlarında getirdiği âyet ve Arap şiirlerinin, Sekkâkî ve Hatîb Kazvînî’nin kullandığı örneklerle aynı olup olmaması üzerine mukayeseler yapılmıştır. Yapılan mukayeselerde me‘ânî ilmindeki bazı örneklerin, klasik dönemde ve günümüzde birçok müellif tarafından kullanıldığı tespit edilmiş, Ahmed el-Hâşimî dışında aynı örnekleri kullanan son dönem belâgat müelliflerine, dipnot ile atıf yapılarak işaret edilmiştir.</p> Arş. Gör. Dr. Ahmet Gezek Telif Hakkı (c) 2022 Arş. Gör. Dr. Ahmet Gezek https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/105 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Zemahşerî’nin el-Müfred ve’l-Müellef Eserinin Arap Dili Grameri Açısından İncelenmesi https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/259 <p style="font-weight: 400;">Arapça, Kur’ân-ı Kerîm’in dili olması hasebiyle dinin ve din ilimlerinin ana dilidir. Mefhumu ve maksudu anlamamıza yarayan önemli bir vasıtadır. Temel İslâm ilimleri ile ilgilenen her kişinin bu dili ve kurallarını iyi bilmesi gerekir. Bu durum Arapçayı bütün yönleriyle bilme gayesini beraberinde getirmiş, Arap dili ve grameri hakkında geçmişten günümüze birçok eser telif edilmiş, araştırmalar yapılmıştır. Zemahşerî (ö. 538/1144) de söz konusu eserleri telif eden âlimlerdendir. Nahiv ilmine dair kaleme aldığı el-Mufassal ve el-Unmûzec adlı eserleri meşhurdur. Bir de bu ilme yeni başlayan talebeler için telif ettiği ve diğer kitaplarından içerik ve yöntem bakımından farklılık arz eden el-Müfred ve'l-Müellef adlı risalesi vardır. Yazar bu risaleyi Mekke halkı için kaleme aldığını ve kitabı telif ederken, kuralı bilinmeyen lafızlara bir kayıt getirme, Arap dilinde kapalı kalan noktaları açığa kavuşturma, akla zor gelen noktaları yakınlaştırma amaçlarını edindiğinden bahsetmiştir. Zemahşerî bu risaleyi yazarken konuları iki ana başlık altında incelemiştir. Birincisi müfreddir (tekiller). Bu başlıkta müfred lafızları (isim, fiil, harf); kısımları ve alt başlıkları açısından inceleyip dile ait durumlarına yer vermiştir. İkinci ana başlık ise müellef başlığıdır. Bu kısımda, müfred lafızlardan oluşan mürekkeb (birleşik) lafızlara yer vermiştir. Müellef, sözlükte bir araya getirilmiş, ilişkilendirilmiş, bağlanmış manalarına gelir. Zemahşerî, müellef lafzını aralarında bağlantı bulunan kelime ve kelime grupları için kullanmıştır. Nitekim bu terkipleri dokuz çeşit olarak sıralamış ve aralarındaki anlam ilişkisini gözeterek açıklamıştır. El-Müfred ve’l-Müellef, hakkında yapılan çalışmaların azlığı ile dikkat çeken bir eserdir. Araştırmamız eseri, Arap Dili grameri açısından inceleyerek bu eksiliği gidermeye yönelik olmuştur. Çalışmamızda önce yazar ile ilgili kısa bir bilgi verildikten sonra söz konusu eseri yazarken takip ettiği yönteme, eserin muhtevasına ve diğer eserlerden ayrılan noktalarına değinilmiştir. Müellifin eserde takip ettiği yöntem diğer nahiv eserlerinde sıkça rastladığımız bir yöntem değildir. Bu açıdan yazar, gramer öğretirken gramerin arka planında yatan bazı nedenlere ve manalara kendi sistemiyle değinerek telif edilen diğer nahiv risaleler içinde farklı bir çalışma ortaya koymuştur. Çalışmamızda müellifin takip ettiği bu metodu eserden önekler zikrederek sunmaya çalışacağız.</p> Merve Nur Gündüz (Yüksek Lisans Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Merve Nur Gündüz (Yüksek Lisans Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/259 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Berde‘î ve ‘Sa‘dullâh es-Sağîr’ Adlı Eserinde Takip Ettiği Şerh Metodu https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/257 <p style="font-weight: 400;">Abdülkāhir el-Cürcânî (öl. 471/1078-79), Arap dili alanının mihenk taşlarından biridir. Nahiv alanında önemli eserler kaleme alan Cürcânî’nin el-‘Avâmilü’l-mi’e adını verdiği eser birçok dilci tarafından beğenilmiş, üzerine muhtelif şerh çalışmaları yapılmıştır. Bahsi geçen şerh çalışmalarından biri de Sa‘dullāh el-Berde‘î (öl. 609/1212) tarafından telif edilip Sa‘dullâh es-sağîr ismiyle meşhur olan ‘Avâmil şerhidir. Berde‘î, farklı ilimlerle iştigal etmiş ancak nahiv alanında öne çıkan bir âlim olmuştur. Yazdığı eserler ve verdiği derslerle yaşadığı dönemde bulunduğu beldenin önemli isimlerinden biri olmuştur. Muhtelif alanlarda eserleri olmakla birlikte nahiv alanında yazdığı eserler büyük önem arz etmektedir. Günümüze ulaşan en önemli eserlerinden biri, Zemahşerî’nin el-Unmûzec eseri için yazdığı Hadâiku’d-dekâik isimli şerhtir. Söz konusu eser hâlâ medreselerde okutulagelen ders kitapları arasında yer almaktadır. Çalışmamızın esas konusunu teşkil eden bir diğer eseri ise Cürcânî’nin el-‘Avâmilü’l-mie telifi üzerine yazdığı ve Sa‘dullâh es-sağîr adıyla şöhret kazanan şerhtir. Araştırmamızda Berde‘î’nin takip ettiği şerh metodu ele alınmıştır. Söz konusu eser, dönem âlimlerinin yaptıkları çalışmalara konu olmasının yanı sıra Hadâiku’d-dekâik gibi medrese müfredatında yerini almış ve günümüzde okutulmaya devam eden eserler silsilesine katılmıştır. Berde‘î’nin şerhinde uygulamış olduğu yöntem, eserin hem âlimler hem de talebeler nezdinde teveccüh gösterilen bir konumda olmasını etkilemiştir. Berde‘î ve ‘Avâmil üzerine yazmış olduğu şerhi hakkında yapılan çalışmalar incelendiğinde hem müellif hem de mezkûr eseri hakkında yapılan çalışmaların azlığı dikkat çekmektedir. Araştırmamız vesilesiyle bu eksikliğin bir nebze de olsa giderilmesine gayret gösterilmiştir. Şârihin kullandığı metodun ele alınması suretiyle eserin büyük bir ilgi görüp hâlâ medreselerde tercih edilme sebeplerine ışık tutulmaya çalışılmıştır. Çalışmamızda Cürcânî ve ‘Avâmil eseri hakkında genel bir bilgilendirmenin sonrasında Berde‘î’nin biyografisine yer verilmiştir. Akabinde müellifin takip ettiği şerh yöntemi, kitabın incelenmesinin ardından detaylı bir şekilde ele alınmıştır. Araştırmamız sonunda müellifin memzûc bir şekilde kaleme aldığı şerhinde genel olarak ‘Avâmil’de takip edilen metoda tâbî olduğu görülmüştür. Cürcânî’nin eserinde kullandığı, anlaşılmayacağını düşündüğü kelime ve terkipleri izah etme yoluna gitmiştir. Meselelerin okurun zihninde net bir şekilde yerleşmesi adına yalın ve anlaşılır bir dil kullanmış, konuları izah ederken yaptığı açıklamalarda orta yolu tutarak okuyucuyu ayrıntılara boğan bir anlatım tarzı benimsememiştir. Aynı şekilde anlamda kapalılığa sebebiyet verip mananın anlaşılmasına mâni olacak bir yöntem de takip etmemiştir. Okuyucunun zihnini kitap boyunca diri ve canlı tutacak ibareler kullanmıştır. İhtilaflı meselelerde sair görüşleri zikretmiş, kendi görüşünü sarahaten ya da üstü kapalı bir şekilde belirtmiştir. İstişhâd noktasında Cürcânî de Berde‘î de ayet ve Arap kelamını kullanmışlar, hadislerden şahit getirmemişlerdir. Takip edilen bu yöntemler çalışmamızda eserden örnekler sunularak detaylı bir şekilde işlenmiştir.</p> Arş. Gör. Merve Küçükzoroğlu (Yüksek Lisans Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Arş. Gör. Merve Küçükzoroğlu (Yüksek Lisans Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/257 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Yeni Bir Zenginlik Kaynağı Olarak Veri ve Geleceği https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/66 <p>Bilgi teknolojilerinin hayatın geneline sirayet etmesi ile insan davranışlarında ciddi değişiklikler söz konusu olmuştur. Bahsi edilen bu değişiklikler toplumsal yaşamı ifade eder biçimde sosyolojik, şahsi durumu ortaya koyar tarzda psikolojik ve benzerleri şekilde ortaya çıkmıştır. Ucuz, yaygın ve ulaşılabilir teknolojiler sayesinde anlayışlar, davranışlar ve olgular değişmeye başlamış, bu türlü değişiklikler ise sosyal, ekonomik ve politik kurumlarda köklü değişikliklere neden olmuştur. Tebliğin temel amacı verinin değişen konumu, niteliği ve ona yüklenen anlamdaki temelli değişimi tartışmaktır. Böylelikle verinin salt bir teknoloji ürünü olmaktan çok hukuki sınırları çizilen, ekonomik değişime imkân sağlayan yeni bir varlık olarak gelişimi ortaya konulması hedeflenmektedir. Bunun için enformasyonun nasıl ekonomik ve stratejik bir değere dönüştüğü değerlendirilmekte, zaman içinde nasıl bir niteliğe dönüşeceği tartışılmaktadır. Tartışmaya kanıt teşkil etmesi için enformasyon, data, iktisat ve hukuk alanlarında konuyla ilgili yayınlardan faydalanılmıştır. Tartışmanın nitelikli bir sonuca ulaşması için öncelikle tarih boyunca bir değişim, güç, satın almada kullanılan değerler veya varlıklar ele alınmaktadır. Ardından varlıkların bu gücü nasıl kazandıkları ve temsil ettikleri üzerinde durulmakta, sosyal, psikolojik ve ekonomik arka planları irdelenmektedir. Düşünce zemini oluşturulduktan sonra bilginin henüz en küçük parçası olarak bilinen veri üzerinde durulmakta, nitelik ve niceliklerine ilişkin özellikleri araştırılmaktadır. Daha sonra verinin ekonomik, politik ve sosyolojik güç kaynağı olup olamayacağı ele alınmakta, emtia, değerli madenler gibi bir varlık kaynağına dönüşüp dönüşemeyeceği mukayese edilmektedir. Sonuçta, meselenin yakın gelecekte alacağı muhtemel durumu ele alınmakta ve ilgililere teklifte bulunulmaktadır.</p> Dr. Murat Çelik Telif Hakkı (c) 2022 Dr. Murat Çelik https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/66 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Türkiye’de Kütüphanecilik: Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi Örneği https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/95 <p style="font-weight: 400;">İnsanoğlunun çeşitli temel ihtiyaçlarının yanı sıra bilgi üretme, üretilmiş bilgiyi kullanma ve bu bilgileri saklayarak daha sonraki kuşaklara iletme ihtiyacı her zaman var olmuştur. Bu ihtiyaca binaen bilgiler belirli bir sistematik içerisinde bir araya getirilerek saklanmaya başlanmış ve kütüphanelerin ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Sürekli değişen ve gelişen teknolojilere paralel olarak kütüphanelerin hâlihazırdaki hizmetlerine yenileri eklenmiştir. Bu kapsamda görev ve sorumlulukları gelişen yeni nesil kütüphane ve kütüphaneciler gündeme gelmiştir. Türkiye'deki kitap ve kütüphanecilik kültürünü değiştirip dönüştürecek bir eser olarak Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi, çağdaş kütüphanecilik anlayışına göre düzenlenmiş olup sadece bir kütüphane değil aynı zamanda bir yaşam merkezi statüsünde hizmet vermektedir. Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi kurulum çalışmalarına, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın öncülüğünde 2015 yılında başlanmıştır. Kütüphane, 125.000 m² alanda 5.500 kişilik oturma kapasitesi ile okuyuculara hizmet vermektedir. Kütüphane Koleksiyonunda 2.039.000 basılı kaynak, 13.294 adet basılı dergiye ait 1.999.633 sayı mevcuttur. Ayrıca, erişim sağlanan 67 adet veritabanı içeriğinde; 665.000 e-kitap, 7.000.000 elektronik tez ve 77.000’e yakın e-dergiye ait 209.000.000 makale, rapor, vb. bulunmaktadır. Bu bilgi kaynaklarının okuyuculara sunum hizmetleri modern kütüphanecilik anlayışı ile verilmektedir. Millet Kütüphanesi, Türkiye’nin en büyük kütüphanesi olup koleksiyonları ve hizmetleri açısından dünyanın sayılı kütüphaneleri arasına girmeyi amaçlamaktadır. Kütüphane koleksiyonu, sürekli gelişen kaynaklarının yanı sıra yurt içinden ve yurt dışından kıymetli kişilerin özel koleksiyonlarının da eklenmesi ile çeşitlenmeye ve zenginleşmeye devam etmektedir. Kütüphane; Türkiye'de ilk defa uygulanan entegre kitap taşıma sistemi, teknolojik altyapısı, bilgisayarları, dokunmatik ekranları ve internet bağlantısı ile bilgiye erişimi sınırsız bir şekilde sağlamaktadır. Bu çalışmada, “Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi” özelinde Türkiye’deki kütüphanecilik hizmetleri hakkında bilgi verilecek ve değerlendirmelerde bulunulacaktır.</p> Ayhan Tuğlu (Cumhurbaşkanlığı Kütüphaneler Daire Başkanı) Telif Hakkı (c) 2022 Ayhan Tuğlu https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/95 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Türkiye’de İhtisas Kütüphaneciliği ve Veri Tabanları Hizmetleri: İSAM Kütüphanesi Örneği https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/75 <p style="font-weight: 400;">Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), İslâmî ilimler alanında araştırmacıların yetişmesine katkıda bulunmak, kütüphane ve dokümantasyon imkânları sağlamak, araştırma projelerini desteklemek, TDV İslâm Ansiklopedisi başta olmak üzere akademik yayınlar yapmak, ilmî dergiler çıkarmak, bilimsel toplantılar düzenlemek maksadıyla 1988 yılında kurulmuştur. İSAM’ın ansiklopedi çalışmalarının yanı sıra temel kültür, doktora tezleri, araştırma-inceleme, sempozyumlar-paneller, kaynak rserler, arşiv, kadı sicilleri ve süreli yayınlar olmak üzere farklı dizilerden yayınlanan eserleri mevcuttur. Geçmişten günümüze çağın şartlarına uyarak gelişen ve zaman içerisinde gerek yurt içi gerek yurt dışı akademik çevreler tarafından takdir görerek Türkiye’nin en önemli ihtisas kütüphanelerinden biri hâline gelen İSAM Kütüphanesi, araştırmacıların bilgiye erişimini kolaylaştırarak birçok veri tabanı projesini de kullanıma açmıştır. Veri tabanları hizmetlerinin başlıcaları; Türk Tarih, Edebiyat, Kültür ve Sanat Tarihi Makaleleri Veri Tabanı, İlahiyat Makaleleri Veri Tabanı, Dokümantasyon Veri Tabanı, Osmanlıca Makaleler Veri Tabanı, Risaleler Veri Tabanı ve Osmanlı Salnâmeleri Veri Tabanı’dır. Bahsi geçen İSAM veri tabanları, konularına göre hazırlanıp üyelik, ücret gibi kısıtlamalar olmaksızın tüm araştırmacıların her yerden kolaylıkla ulaşabileceği şekilde düzenlenmektedir. Veri tabanlarının bir diğer önemli özelliği ise e-dergi gibi matbu olarak yayımlanmayan fakat akademisyenlerin ulaşamayacağı sempozyum, kongre, çalıştay ve kongrelerdeki makale ve tebliğlere de ulaşma imkânı sağlamasıdır. Çalışmamızın ana konusunu İSAM Kütüphanesi’nin dokümantasyon hizmetleri, veri tabanları ve arşiv koleksiyonları oluşturmaktadır. Bu çalışma ile söz konusu kütüphane hizmetleri hakkında genel bilgiler verilerek ilgili hizmetlerin genel bir tanıtımının yapılması amaçlanmaktadır.</p> Mustafa Birol Ülker (İSAM Kütüphane ve Dokümantasyon Müdürü) Telif Hakkı (c) 2022 Mustafa Birol Ülker https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/75 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Kamuda Arşiv Hizmetleri ve TBMM Arşiv Hizmeti Örneği https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/70 <p style="font-weight: 400;">Kamuda arşiv hizmetleri mevzuatlar çerçevesinde yürütülür. TBMM Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı milletvekillerinin yasama sürecinde ihtiyaç duyabileceği bilgi ve belge hizmetlerini sunmak amacıyla kurulmuştur. Bağlı bulunduğu kurumun mevzuatları çerçevesinde dış araştırmacılara da bilgi ve belge hizmeti sunmaktadır. Arşiv bilgi hizmetleri de bu çerçevede yürütülmektedir. Meclis arşivinde, 23 Nisan 1920 tarihli ilk toplantısından bugüne, TBMM, Millet Meclisi, Cumhuriyet Senatosu, Kurucu Meclis, Temsilciler Meclisi, Milli Birlik Komitesi, Milli Güvenlik Konseyi ve Danışma Meclisi’nden meydana gelen Parlamentonun tüm tutanaklarına, “anahtar kelime, seçim bölgesi, milletvekili adı, konu, meclis adı, yasama dönemi, yasama yılı, tarih aralığı” gibi unsurlar bazında yapılacak tüm sorgulamalar sonucunda basılı orijinal sayfa görüntülerine pdf formatında erişilebilmektedir. Osmanlı Dönemi Meclis Tutanaklarına Erişim Sistemi’nden ise 4 Kânunuevvel 1324 Perşembe (17 Aralık 1908) ile 5 Nisan 1336 (1920) tarihleri arası 24. ara dönemi kapsayan Meclis-i Ayan ve Meclis-i Mebusan’dan oluşan Osmanlı Meclisleri yer almaktadır. Bu evrakın da basılı orijinal sayfa görüntülerine pdf formatında erişilebilmektedir.</p> Mehmet Toprak (TBMM Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Eski Başkanı & TBMM Başkan Müşaviri) Telif Hakkı (c) 2022 Mehmet Toprak https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/70 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Devlet Arşivleri Başkanlığı: Araştırma İmkân ve Esasları https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/96 <p style="font-weight: 400;">1846 yılında Hazine-i Evrak ismiyle kurulup zaman içinde mevzuatta yapılan değişikliklerle farklı isimler ile hizmetlerini yürüten kurum, nihayet 2018 yılında 11 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı ismini almıştır. Başkanlık 9 Daire Başkanlığından oluşmakta olup hizmetlerini Ankara ve İstanbul’da bulunan iki ayrı kampüste yürütmektedir. 11 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanlığı hariç olmak üzere 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli cetvellerde yer alan kamu idarelerini, Genelkurmay Başkanlığını, Kuvvet Komutanlıklarını, mahalli idareler (köyler hariç) ve bunların bağlı kuruluşlarını, kamu tüzel kişiliğini haiz diğer kurum, kuruluş, enstitü, teşebbüs, teşekkül, birlik, fon gibi adlarla kurulmuş olan bütün kamu kurum ve kuruluşlarını, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarını, vergi muafiyeti tanınan vakıfları ve kamu yararına çalışan dernekleri, arşivlerini Devlet Arşivleri Başkanlığına devir konusunda sorumlu tutmuştur. Bu kapsamda bahsi geçen kurumlar ellerindeki arşiv malzemesini Devlet Arşivleri Başkanlığına devretmeye başlamış, kurum, tasnif hizmetlerine başlamış işlemi biten evrâkı araştırmaya açmış ve açmaya devam etmektedir. Başkanlığın resmi internet sitesi olan <a href="https://www.devletarsivleri.gov.tr/">https://www.devletarsivleri.gov.tr</a> sayfasında <em>Belge Tarama Sistemi </em>sekmesinin altında Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi, Dışişleri Bakanlığı Türk Diplomatik Arşivi ve Milli Savunma Bakanlığı Askeri Tarih Arşivi ismiyle dört temel başlık altında araştırmacıya hizmet vermektedir. Bu belgeler dijital olarak hizmete açık olup araştırmacılar birkaç dakika içinde şifrelerini alıp araştırmaya başlayabilmekte ve milyonlarca belgeyi internet olan her yerde tarama imkânı bulmaktadırlar. Arşivde; Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan itibaren Cumhuriyet'in kuruluşuna kadarki döneme ait Osmanlı Devlet kurumları ile merkez ve taşra arasında yapılan yazışmalar, Türkiye'nin dışındaki Osmanlı coğrafyası üzerinde kurulu 40 civarında devletin tarihine ait kayıtlar, Osmanlı Devleti'nin diğer yabancı ülkelerle olan-siyasi ve ticari ilişkilerine ait belgeler, Devlet idaresi ile ilgili oluşturulan kanun, yönetmelik, nizamname gibi mevzuat kayıtları, Türk devlet ve millet hayatını ilgilendiren tarihî, hukukî, idarî, siyasî, iktisadî, bilimsel ve kültürel içerikteki her türlü belge, Başbakan ve ilgili Bakanın imzasını taşıyan müşterek kararnamelere ilişkin, tayin, terfi, ödül, azil, emeklilik, ilçe kurma, idarî bağlılıktaki değişiklikler, Halkın ve yabancıların Başbakana ve Başbakanlığa gönderdiği her türlü yazılı belgeler, çeşitli yollardan ve çeşitli tarihlerde Anadolu'ya gelenlerle ilgili belgeler bulunmaktadır.</p> Vahap Sayın (Cumhurbaşkanlığı Arşivi Dairesi Başkanı) Telif Hakkı (c) 2022 Vahap Sayın https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/96 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/151 <p style="font-weight: 400;">Kadim devletlerin dünü ile bugünü arasındaki sağlam bağlar kurarak geçmişi referans kabul ederek geleceğine ve geleneğine yön vermesinin temel dayanağı hiç şüphesiz sahip oldukları arşivler, yazıtlar ve yazılı olmayan geleneklerdir ve uygulamalarıdır. Yeryüzünden yaşayan toplumların ve devletlerin her birinin kendine has gelenek görenek, kültürü ve uygulaması bulunmaktadır. Devletlerin veya toplumların sahip olduklarının daha sonraki dönemlere aktarılması, yazılı kayıtlar, resimler, çizimler, giysiler, mimari eserleri, gelenek, görenek uygulamaları ile olmaktadır. Bu sebeple başta gelişmiş ülkeler olmak üzere bütün ülkeler sahip oldukları kültürleri diğer kültürlere veya ülkelere tanıtmak amacıyla, arşivler, müzeler, kazı alanları ve kütüphaneler inşa ve ihya etmektedirler. Milletleri bir arada tutan, onları birbirlerine yaklaştıran en temel öğelerden biri o milletin sahip olduğu tarihî ve milli şuurdur. Bu şuuru şekillendiren, canlı tutan ve nesilden nesile aktarımını sağlayan şey ise devlete ait tarihî belge ve vesikaların kayıt altına alınarak saklandığı arşivlerdir. Ayrıca arşiv belgeleri diğer bir açıdan da devletlerin uygulamalarındaki başarılarını ve medeniyet tasavvurlarını ve tarihi süreçteki diplomatikasını da gün yüzüne çıkaran vesikalardır. Osmanlı bürokrasisi, yapısı ve katmanları bakımından son derece karmaşıktır. Bu bürokrasinin kayıt geleneği ise dünya üzerinde sayılı arşivlerden birini meydana getirmektedir. Vakıf müessesesi ile ilgili belgeler de buna dâhildir. Günümüzde Vakıf Kayıtlar Arşivi, vakıflarla ilgili defter ve evrakı ihtiva eden en önemli arşivdir. Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi toplamda 7268 defter ve 2.000.000 üzerinde Osmanlıca varak halinde evrakıyla, Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemleri ile ilgili olarak; dini hayat, eğitim, sağlık, sosyal hizmetler ve kültürel müesseselerle ilgili çalışma yapacaklar için en önemli kaynakların yer aldığı bir arşivdir. Çalışmamızda Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nin yapısı ve içeriğiyle ilgili bilgi verilecek ve araştırma imkanları tanıtılacaktır.</p> Rıdvan Enes Akçatepe (Vakıf Uzmanı) Telif Hakkı (c) 2022 Dr. Mevlüt Çam https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/151 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Huldyrich Zwingli’nin Martin Luther ile Ayrıştığı Konular ve Teolojisi https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/137 <p style="font-weight: 400;">Çalışmamız İsviçre Reformu öncülerinden Huldyrich Zwingli’nin (ö. 1531) reform önderlerinden Martin Luther’den ayrıldığı iki önemli teolojik husus olan Ekmek Şarap Ayini ve Vaftiz sakramentleri hakkında görüşlerinin incelenmesi üzerinedir. Çalışmamız ile Luther ve Calvin gibi reform sürecinin önde gelen teologlarına nispeten özellikle Türk akademyasında üzerine yeterince müstakil çalışma yapılmayan bir teolog olan Zwingli hakkındaki bu eksikliği doldurma konusunda bir katkı sağlamak, daha sonra yapılacak çalışmalara da bir temel teşkil edilmesi amaçlanmıştır. Araştırmamızda metodolojik olarak Zwingli’nin görüşleri, öncelikle eserleri üzerinden Luther’in görüşleri ile karşılaştırmalı incelemesi şeklinde çalışılmıştır. Ayrıca Zwingli ve teolojisi üzerine yurtiçi ve yurtdışı yapılmış çalışmalar üzerinden de değerlendirmelerde bulunulmuştur. Zwingli'nin teolojik görüşleri hayatı boyunca düşünce dünyasını etkilemeye devam eden şu üç faktör tarafından şekillendirildi: İsviçre yurtseverliği, Erasmus hümanizmi ve skolastisizm. Erasmus’un düşünceleri Zwingli’nin teolojik fikirlerinin çerçevesini çizmekteydi. Ona göre Erasmus, Kutsal Yazıları skolastisizmden kurtarmıştı. Bu düşüncenin etkisi ile Zwingli skolastik değil hümanist bir teoloji görüşü ortaya koydu. Luther’e benzer şekilde Papalık adına askerlik yapmaya ve endüljansa karşı çıktı. Bu reformist fikirleri sonucunda 1522 yılında kendisini izleyenler ile birlikte Katolik Kilisesi’nden ayrıldı. Her ne kadar Reform hareketi esas olarak Martin Luther’in çabası olarak görülse de Zwingli’nin de ortaya koyduğu görüşler Reform sürecinin başarıya ulaşmasına önemli katkılar koydu. Reformun bu iki önemli isimi Luther ile Zwingli’nin farklı düşündüğü teolojik konuların başında Ekmek Şarap Ayini (Evahristiya Sakramenti) gelmekteydi. Luther, ayinin, ayindeki sözlerin ve uygulamanın literal olarak anlaşılması gerektiğini savunurken; Zwingli ise tüm bunların sembolik olarak değerlendirilmesi gerektiğini, Ekmek Şarap Ayini inanların İsa’nın tabiatını ve inananlar için yapmış olduğu işleri simgelediğini savundu. Zwingli’ye göre ayinin sembolik olması kutsiyetine engel olmayıp ayine saygı gösterilmesi gerektirmekteydi. Zwingli, ayin için kullanılan “sacramentun” kelimesini etimolojik olarak değerlendirdi ve kelimenin kökeninden hareketle birliğe katılma olarak mana verdi. Bu manada değerlendirildiğinde Ekmek Şarap Ayini ile inanan İsa’nın takipçileri ordusuna katılmış olduğunu kabul etmiştir. Zwingli’nin Luther’den ayrıldığı diğer bir konu bebek vaftizi geleneğiydi. Zwingli bebek vaftizi geleneğini reddetmemekle birlikte iman ve lütuf ilişkisini vaftiz bağlamında Luther’den farklı değerlendirdi. Zwingli inançla vaftiz arasında ilişki kurulamayacağını ifade etti. Zwingli, Eski Antlaşma’da Hz. İbrahim ile sünnet vasıtası ile kurulan ilişkinin ve kimlik kazanımının, Yeni Antlaşma’da vaftiz ile devam ettiğini kabul etti. Hz. İsa’nın, kurtuluş ile vaftiz arasında bir ilişki kurmadığını savundu. Ziwingli’nin Luther’den farklı düşündüğü bu gibi hususlar olmasına rağmen benzer görüşleri paylaştığı noktalar da bulunmaktaydı. Örneğin Zwingli de Luther gibi tefeciliğe ve faize şiddetle karşı çıkmaktaydı. Çalışmamızda Katolik Kilisesi’nde reform yapmak gibi benzer bir amaç ile ortaya çıkan reform teologlarının en temel teolojik konularda bile farklı düşünebildiği; reformun etkili önderlerinden Zwingli ve Luther’in iki önemli teolojik konu olan Ekmek Şarap Ayini ve Vaftiz konusunda ciddi görüş ayrılıkları yaşadıkları; Zwingli’nin Kutsal Kitap’ın literal yorumlanma anlayışına karşı gelerek ifadelerin sembolik anlamda değerlendirilmesi gerektiği düşüncesi ile sonraki dönem Protestan ilahiyatçıları için bir dayanak noktası olduğu sonucuna varılmıştır.</p> Yakup Piri (Doktora Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Yakup Piri (Doktora Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/137 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 İsa-Mesih ve Pavlus Ekseninde Hıristiyan Geleneğinde Kurtuluş https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/167 <p style="font-weight: 400;">Kurtuluş, dinsel geleneklerin amaçladığı nihai noktayı ifade etmektedir. Ancak dini inanç ve geleneklerin kurtuluşa verdikleri anlam ve müntesiplerine sundukları kurtuluş reçeteleri birbirinden farklılık arz etmektedir. Bu reçetelerde bazen itikadi kabuller bazen de ritüeller ön plana çıkmaktadır. Bu bağlamda Hıristiyan teolojisinde kurtuluş, genel olarak İsa-Mesih’in kurtarıcı rolünün kabulüyle açıklanmıştır. Bununla beraber vaad edilen kurtuluşa nasıl ulaşılacağı konusunda İsa-Mesih’in mesajı ile İsa-Mesih’ten sonra şekillenen Pavlus Hıristiyanlığının mesajı arasında bazı farklılıklar söz konusudur. Bu durum, kurtuluşun iman ile mi, amel ile mi yoksa her ikisi ile mi elde edileceği sorununu gündeme getirmiştir. Tarihsel süreç içerisinde bu soruna verilen yanıtlar kurtuluşa giden yolda iman-amel oranının farklılık gösterdiğine işaret etmektedir. Zira İsa-Mesih, öğretisine başladığında hem kendisinin İsrail halkının kaybolmuş koyunlarına gönderildiğini belirterek mesajının kendisinden önce gönderilen peygamberler ile uyumlu olduğunu açıklamak istemiş hem de Yahudi geleneğine uygun bir şekilde muhatap olarak İsrailoğullarını görmüş ve mesajını onlara yöneltmiştir. Böylece dışlayıcı bir tutum ile mesajının hedef kitlesi olarak Yahudi ulusunu belirleyen İsa-Mesih, aynı zamanda Musa yasasına dayanan dini emir ve yasakların yerine getirilmesine vurgu yapmıştır. İncillere göre çarmıhtan sonra İsa-Mesih’in mesajında önemli bir değişiklik olmuş, havarilerine görünen İsa-Mesih, göklerde ve yerlerde yetkinin kendisine verildiğini belirterek mesajının bütün uluslara ulaştırılmasını istemiştir. Bu konuda havarilerini uyaran İsa-Mesih, kendilerine öğretilen her şeyin diğer uluslara da öğretilmesini vasiyet etmiştir. Bu emirle farklı uluslardan insanları da aralarına alan ilk Hıristiyan cemaati hem yasaya göre yaşamaya devam etmiş hem de İsa-Mesih’in mesajını dünyanın dört bir yanına ulaştırma gayreti içerisinde olmuştur. Neticede diaspora Yahudilerinin yanı sıra çok sayıda gentilelinin de Hıristiyanlığı kabul etmesi, Musa yasasının nasıl uygulanacağı sorununu gündeme getirmiştir. Zira İsa-Mesih bütün ulusların davet edilmesini emrederken gentilelilerin hangi uygulamalardan sorumlu olacağını belirtmemiş, bu durum da farklı yorumlara neden olmuştur. Bu bağlamda çalışmada İsa-Mesih ve ilk Hıristiyan cemaati döneminde Musa Yasası ile İsa-Mesih’e imanın kurtuluş açısından önemi tartışılmıştır. Çalışma, Pavlus’un ortaya koyduğu ve günümüzde de genel olarak kabul edilen kurtuluş öğretisinin, Tarihsel İsa’nın veya Hıristiyan teolojisine göre İsa-Mesih’in insan bedeninde yaşadığı dönemde tebliğ ettiği mesaj ile örtüşmediğine işaret etmesi açısından önemlidir. Konu, İncil pasajları merkeze alınarak tartışılmıştır. Bu doğrultuda Hıristiyanlıkta ana figür olan İsa-Mesih’in tarihsel olarak ortaya koyduğu kurtuluş teolojisi ile kurtuluşun öznesi haline gelen ve bizzat kurtarıcı olarak kabul edilen İsa-Mesih tasavvurunun nasıl ortaya konulduğu açıklanmaya çalışılmıştır. Ayrıca tarihsel İsa-Mesih’in ve Hıristiyan geleneğini şekillendiren Pavlus’un ortaya koyduğu kurtuluş teolojilerinin mukayese edilmesine zemin hazırlanarak iman-amel oranındaki değişime vurgu yapılmıştır. Kurtuluş teolojisindeki değişim, Pavlus’un Tevrat’taki yaratılış öyküsünü yeniden yorumlaması ile açıklanmıştır.</p> Serkan Sayar (Doktora Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Serkan Sayar (Doktora Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/167 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Hümanist Yahudilik Üzerine Bir İnceleme https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/202 <p style="font-weight: 400;">Amerika kökenli Reformist Yahudiliğin içerisinden neşet eden Hümanist Yahudilik, Rabbi Sherwin Theodor Wine’ın (ö. 2007) önderliğinde 1963’te kurulmuştur. Kurulduğu günden bugüne azımsanmayacak bir kitleye ulaşan Hümanist Yahudilik, modern Yahudi mezheplerinin arasında beşinci mezhep olarak bilinmektedir. Tarih sahnesine çıktığı günden itibaren mezhebin benimsemiş olduğu temel doktrinler, Yahudiler arasında ciddi tartışmalara sebep olmaktadır. Nitekim bu doktrinlerin çoğu gerek metafizik, gerek ontolojik, gerekse pratik açılardan halaha ile paralel bir düzlemde yer almamaktadır. Hümanist Yahudiliğin inanç esaslarının temelini ‘’Tanrısız Yahudilik’’ düşüncesi oluşturur. Bu düşünce bağlamında Yahudiliğin, ilahi bir menşee dayanmadığı ifade edilmektedir. Onlara göre Yahudiliğin özünü, ortak bir Yahudi kültürü, yaşamı ve evrensel nitelikteki ahlaki normlar oluşturmaktadır. Hümanist Yahudiliğin benimsemiş olduğu Tanrı anlayışı, Geleneksel Yahudiliğin esaslarına aykırı olduğu için bu mezhep mensupları, diğer Yahudiler tarafından ateist, agnostik vb. ithamlara tabii tutulmaktadır. Bu çalışmada Hümanist Yahudilerin kendilerine yöneltilen eleştirilere ve ithamlara ilk defa Sherwin Theodor Wine’ın öncülüğünde ortaya çıkan ‘’ignostisizm’’ kavramı ile cevap verilmiştir. Aynı zamanda Tanrı tasavvurunda olduğu gibi kutsal metin ve Peygamberlik konularında da birtakım farklılıklar öne çıkmaktadır. Hümanist Yahudilerin hayata bakış açısı pozitivist bir çizgi üzerinde olduğu için vahiy, güvenilir bir bilgi kaynağı olarak kabul edilmez. Bu sebeple kutsal metin içerisinde zikredilen olaylar ve durumlar, gerçekliği yansıtmaz. Bu çalışmada Hümanist Yahudilerin kendi prensiplerine göre almış oldukları kararlar; öncelikli olarak akademik sahada yapılan çalışmalar incelemeye tabi tutulduktan sonra IISHJ, SHJ, HuJews gibi yapılanmaların katkılarıyla desteklenerek okuyucuya sunulmuştur. Çalışmada Hümanist Yahudiliğin kökenlerindeki farklılığı daha iyi ortaya koyabilmek adına Geleneksel Yahudiliğin doktrinleri ile karşılaştırmalı bir metot izlenmiştir. Bu çalışmanın amacı Hümanist Yahudiliğin düşüncelerini daha yakın bir perspektiften incelemek, doktrinlerinin gerekçelerini anlamaya çalışmaktır.</p> Hümeyra Çakar (Yüksek Lisans Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Hümeyra Çakar (Yüksek Lisans Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/202 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 David Hume Düşüncesinde Duygu-Düşünce İlişkisinin İnsan Doğasında Temellendirilmesi https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/84 <p style="font-weight: 400;">Hatırlanacağı üzere Ortaçağ’da felsefenin öznesi Tanrı, 17. yüzyıldan itibaren yerini “doğa”ya bırakmıştır. Gerçekliğin tasvirini sağlayan bu kapsamlı teorik değişim beraberinde bilgi, ahlak, insan ve toplum gibi pek çok alanda metafizik, teolojik ve politik referanslardan bağımsız dünya görüşünün oluşmasına neden olmuştur. Özellikle İskoç Aydınlanması’nın ana ilgisi, insanın doğal tarihi olduğundan Hume, insan doğasına yoğunlaşmış ve düşüncelerini de nesne yerine öznenin kategorisi olarak buradan üretmeye çalışmıştır. Eleştirel tutumuyla felsefe tarihinde önemli bir yere sahip olan, bilimi ve ahlakı duygulara bağlayan felsefe anlayışıyla Hume, söz konusu temellendirmesiyle Aydınlanma düşüncesinin de en önemli temsilcilerinden biri olmuştur. Hume, rasyonalistlerden farklı olarak eylemlerimizin başlatıcı gücü olan insan doğası bilimini tüm bilimlerin merkezine yerleştirmiştir. Hume’a göre eğer titiz bir şekilde insan doğasının ne olduğu araştırılır ve bu araştırmadan doğru sonuçlar elde edilirse, söz konusu sonuçlardan yola çıkarak insanın geçmişte ve şimdi yaptıkları ve hatta ileride yapabileceklerini kestirebilmek mümkün hale gelir. Hume’a göre matematik, doğa felsefesi ve doğal din bile insanın bilimine bağlıdır. Çünkü söz konusu alanların hepsinin yolu insanı tanımaktan geçer. Hume’un insan doğasına ve tarihe ilişkin öne sürmüş olduğu görüşler iki temel varsayıma dayanmaktadır: Birincisi, insanda değişmeyen, tek biçimli bir doğa bulunmaktadır. İkincisi, eğer bir insan doğası bilimi kurulacaksa bu bilimin temelleri ve metodu deneyim ve gözleme dayanmak zorundadır. Bu doğrultuda Hume, felsefesinin amacını da “bu zamana kadar izlenen oyalayıcı ve usandırıcı yöntemleri terk etmek”, “sınırdaki bir kaleyi ya da köyü ele geçirmek yerine doğrudan başkente”, yani “bilimlerin merkezine, bir zamanlar hepsinden üstün olan insan doğasının ta kendisine” yürümek olarak belirler. Hume’a göre önceki felsefelerin yaptığı sonuçsuz tartışmalar yerine, insan doğasının bilimine odaklanılmalı, insanın anlama yetisinin kapsam ve gücünü bütünüyle kavramaya çalışmalıdır. Çünkü “cevabı insanın biliminin kapsamında olmayan hiçbir önemli soru yoktur. Ayrıca bu bilimi bilmeden kesin olarak cevaplayabileceğimiz tek bir soru da bulunmaz.” Hume’un insan bilgisinin nedenselliğini kaynağı ve sınırları bakımından insan doğası ve tecrübeye dayandırması, kendisinden sonraki hakikat/doğruluk iddiasında bulunan felsefi, dinsel ve metafiziksel öğretiyi derinden etkilemiştir. Bu çalışma, İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme (A Treatise of Human Nature) ve İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma (An Enquiry Concerning Human Understanding) adlı eserlerinden hareketle sosyal bilimlerin birçok alanında düşünce üreten Hume’un duygu-düşünce ve insan doğası anlayışı birbiriyle bağlantılı olarak insan zihninin sınırları çerçevesinde ortaya koymayı amaçlamaktadır.</p> Dr. Emrullah Kılıç Telif Hakkı (c) 2022 Emrullah Kılıç https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/84 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Tanrı’nın Ön Bilgisi Meselesinde Orta Bilgi Teorisinin Yeri ve İncelenmesi https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/125 <p style="font-weight: 400;">Bu bildiride Tanrı’nın ön bilgiye sahip olmasıyla, insanın özgür olup olmadığı meselesine orta bilgi teorinin çözüm önerisi ele alınacaktır. Tanrı’nın önbilgiye sahip olması, insanın davranışlarındaki özgürlüğüne bir engel midir? Tanrı’nın önbilgisi ile insanın özgürlüğü arasında nasıl bir ilişki vardır. Sorusuna farklı şekillerde cevaplar verilmiştir. Teizmin düşüncesinde Tanrı her şeyi eksiz bir şekilde bilir ve aynı zamanda onun bilgisi yanılmazdır. Bunun yanında Teizm insanın da iyiyi ve kötüyü tercih etmeye sahip bir varlık olduğu için eylemlerinden sorumlu yani özgür bir varlık olarak görür. Bu düşünceye göre Tanrı’nın ön bilgiye sahiptir ve insan eylemlerinde özgürdür sonucu çıkmaktadır. Ancak eğer Tanrı ön bilgiye sahipse ve bu ön bilgi yanılmaz ise insan eylemlerinde nasıl özgür olmaktadır. En nihayetinde Tanrı yanılmaz bir bilgiye sahip olduğu için o bilginin gerçekleşmemesi imkânızdır. O zaman bütün davranışlarımız ilahi ön bilgiye göre meydana geliyorsa burada insanın özgürlüğünden bahsedilemez. İşte bu soruna farklı şekillerde çözüm yolları ileri sürülmüştür. Birinci; Boethisçu çözüm önerisidir. Tanrı zamansız bir varlıktır ve o hiçbir zamansal niteliğe sahip değildir. Bu yüzden zamansız bir varlık olarak Tanrı ezelidir ve ezelilik sınırsız bir yaşama eksiksiz, eş zamanlı ve mükemmel bir şekilde sahip olmaktır. Tanrı için her şey şimdidir. Bu, bizim için gelecekte olanı da içerir. Çünkü O, zamanın akışında değildir ve Tanrı için gelecek olmadığı için, Tanrı için önbilginin olması da söz konusu değildir. Bu durumda Tanrının önbilgisi ile insan özgürlüğü arasında bir uyumsuzluk bulunmamaktadır. İkincisi de Ockhamist çözüm önerisidir. Tanrı ezelidir ancak bir önceki anlayışın tersine Tanrı burada zamanın dışında değil aksine başlangıcı ve sonu olmayan zamansal bir ezelilik olarak ele almaktadır. Tanrı’nın herhangi biri ile ilgili bilgisi zamanın dışında bir bilgi değildir. Burada Tanrı farklı zaman dilimlerinde farklı bilgilere sahip olabilme düşüncesi yatmaktadır. Bu teorideki temel düşünce gelecek hakkındaki önermelerin zorunlu olmadığı, en azından bunların meydana gelme anına kadar yanlış olabilmeyi kendi içlerinde barındırmasıdır. Burada yaratılmış iradenin ilahi düzen veya belirlenimi zorunlu olarak değil, aksine özgür bir şekilde ve kontenjan olarak vardır. Üçüncüsü de esas konumuz olan orta bilgi teorisidir. Bu teoriye göre Tanrı’nın sahip olduğu iki tür bilgi vardır. Birincisi doğal bilgi, ikinci ise özgür bilgidir. Orta bilgi ise Tanrı’nın tezahür etmesinden önceki bilgisidir. Bu açıdan orta bilgi, doğal bilgi ile irade öncesi olması açısından benzerlik taşır. Tanrı doğal bilgisi ile mantıksal ve matematiksel gibi zorunlu önermeleri bilmesinin yanında tikel varlıkların bütün ihtimaliyetlerini ve buna ilaveten, bu tür varlıkların eylemleri sonucu oluşan karmaşık ihtimaliyetleri de bilir. Bu bilgi Tanrı’nın kendi doğası vasıtasıyla bildiği bir bilgidir. Yani bu bilgi Tanrı’nın yaratabileceği bütün ihtimaliyetleri/olasılıkları, bütün mümkün tikelleri ve onları koyabileceği bütün mümkün durumları, onların bütün mümkün davranışlarını ve yaratabileceği bütün mümkün dünya ve düzenleri kapsamaktadır. Tanrı’nın doğal bilgisinin objesi mümkün gelecek kontenjanlar iken, özgür bilginin objesi ise bilfiil ve mutlak gelecek kontenjanlardır. Orta bilgi ise obje olarak mümkün ile bilfiil arasında olan şartlı gelecek mümkünlere sahiptir. Tanrı orta bilgisi ile, metafizik olarak zorunlu olmayıp mümkün olanları, önermesini bilir. Tanrı Doğal bilgisi ile olası dünya aralıkların bilmektedir. Orta bilgisi ile uygun dünyalar aralığını bilmektedir. Özgür Bilgisi de ile gerçek dünyayı bilmektedir. Orta bilgi doktrinin en dikkat çekici yönü Tanrı’nın kontenjan geleceği nasıl bildiği ile ilgilidir. Orta bilgi teorisi sadece insan hürriyeti için yer açmamakta aynı zamanda Tanrı’ya özgür mahlukları yaratma noktasında seçim sunmaktadır. Olmaları muhtemel şartlar altında insanların nasıl özgür seçimler yaptığını bilerek Tanrı, yaratılışa doğru olan nihai amacını da beraberinde getirebilir. Böylece karşı olgusal bilgisini de kullanarak bütünüyle bir dünya kurgulayabilir, ancak yaratılış hürriyetini yok etmeden, çünkü değişik koşullar altında insanların özgürce ne yapacakları zaten denklemin içine Tanrı tarafından konulmuştur. Bu teoriye göre Tanrı’nın İlahi ön bilgiye sahip olması insanın özgür eylemlerde bulunmasına engel değildir.</p> Dr. İbrahim Halil Dündar Telif Hakkı (c) 2022 Dr. İbrahim Halil Dündar https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/125 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 İslam Felsefesi Perspektifinden Metaverse ve Misâl Âlemi Karşılaştırması https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/256 <p style="font-weight: 400;">Günümüze dek geliştirilen tüm teknolojilerin bir araya gelerek zirveye ulaştığı Metaverse’te insanların, bir ağ aracılığıyla birlikte var olmak, sosyalleşmek ve değer alışverişinde bulunmak gibi eylemlerini fiziksel dünyanın kayıtlarından bağımsız gerçekleştirebilmeleri mümkün hale gelmiştir. Bu durum, konunun en az teknik ve bilişsel alanda ortaya çıkan problemleri kadar insan bilimleri ve felsefe sahalarında da tartışılmasını gerekli kılmaktadır. Bu çalışmada söz konusu sonsuz sanal evrenin, insandaki yaratıcı hayal kuvvesini harekete geçirmesiyle insanın kendi misal âlemini inşa edebilmesinin imkânı tartışılarak İslam felsefesi perspektifinden Metaverse’ün mahiyetine dair bir yorum yapılmıştır. Metaverse’ün oldukça güncel ve yeni bir mesele olması nedeniyle hakkında yapılan akademik çalışmaların sınırlı sayıda ve teknoloji, turizm, psikoloji gibi kısıtlı alanlarda olması ve Metaverse’ün fizik ötesi bir evren olma iddiasına rağmen metafizik ile ilişkilendirilmesine dair yeterli çalışmaların bulunmaması bu araştırmanın önemini göstermektedir. Buna ilaveten mevzunun bilhassa güncel ve dinamik olma iddiası taşıyan İslam felsefesi çerçevesinde nasıl ele alınacağının tespitinin, İslam felsefesi literatürü için sonraki çalışmalara ve yeni yaklaşımlara yol göstermesi adına yeni ufuklar kazandırması beklenmektedir. Bahsedilen sanal evrenin, fiziki dünyada var olan insanlık için fizikötesi bir evren ihtiyacını karşılayabilmesi olanağından bahseden bu çalışmanın amacı İslam felsefesinin, tarihsel birikiminden hareketle güncel bir problemi nasıl karşılayabileceğini tetkik etmektir. Dolayısıyla bu çalışmada İslam felsefesinin Metaverse’e dair bakışını saptamak ve bu felsefede Metaverse’ün konumunu belirlemek amacıyla “İkiz Dünya” olarak nitelenen Metaverse, gerek Sühreverdî ve Molla Sadra gibi İslam filozofları gerekse İbn Arabî gibi sûfîler tarafından varlığı kabul edilen Misal âlemi ile karşılaştırılmıştır. Çalışmada Metaverse’ün kökenine özetle değinilmiş; yapısı, özellikleri ve işlevleri incelenerek İslam filozoflarınca varlığı kabul edilen Misâl âlemi ile benzerlikleri tartışılmıştır. Bunun için Metaverse’e dair kısıtlı literatür incelenerek Misâl âlemini ele alan çalışmalardaki bilgilerle kıyaslanmıştır. Bu kıyas neticesinde her ikisinin tek bir hakikate sahip olamayacağı ve Metaverse’ün kozmolojik olarak Madde ve Ruh Âlemleri arasında yer alan Misâl âlemi sayılamayacağı anlaşılmıştır. Bununla birlikte Metaverse’ün insanoğluna verilen idrak ve hayal gücünü temsil eden ve varoluşunun tekâmülüne olanak sağlayan bir gerçeklik olarak Misâl âlemi kadar ontolojik bir değere sahip olabileceği ve bu dijital ayna dünyasının fiziki dünyada varlığını sürdüren insanlara Misâl âlemini idrak etmede ışık tutabileceği sonucuna varılmıştır.</p> Elif Yıldız Yüksel (Yüksek Lisans Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Elif Yıldız Yüksel (Yüksek Lisans Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/256 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 İbn Sînâ Felsefesinde Nedensellik ve Olağanüstü Hadiselerin Sırları https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/120 <p style="font-weight: 400;">Bu tebliğin amacı Aristoteles’ten tevarüsle gelen ve duyulur niteliklere dayalı bir anlam dünyasının ve bu dünyada yer olan fakat doğa ile açıklanamayan olayları aklın sınırları dışında tutan geleneğe karşı İbn Sînâ’nın olağanüstü olayların da tabiat ile açıklanabileceğini iddiasını ele almaktır. Bu doğrultuda İbn Sînâ felsefesinde nedensellik ve olağanüstü hallerin sırları ayrı ayrı incelenmiştir. Metin analizi yöntemi ile şekillenen çalışmamız İbn Sînâ’nın eserleri ve İbn Sînâ hakkında yazılan ikincil akademik çalışmalara odaklanmaktadır. Olağanüstü hadiseler denilerek tabiatta yeri olmadığı düşünülen hadiselerin tabiat ile ilişkisi değerlendirilmiştir. Bu çerçevede tebliğ iki bölüm ve bir değerlendirme kısmından oluşmaktadır. İlk bölümde İbn Sînâ felsefesinde nedensellik ve tabiat, ikinci bölümde İbn Sînâ felsefesinde olağanüstü hadiselerin sırları ve son kısımda ise bu açıklamalar ışığında İbn Sînâ felsefesinin bilimsel gerçekliğe sunmuş olduğu akli izahların bir değerlendirmesi yer almaktadır. Araştırmada İbn Sînâ felsefesinde nedensellik bölümü Fizik ve Metafizik eserleri temel alınarak açıklanmıştır. Bunun yanında ikincil kaynaklardan da faydalanılmıştır. İbn Sînâ’nın olağanüstü hadiselerin tabiat ilişkisi ile bağlamı el-İşârât ve’t-Tenbîhât eserindeki iddiaları ile şekillenmiştir. Eserde İbn Sînâ bu konuyu özel bir başlık halinde incelemektedir. Olağanüstü hadiselerin doğal nedensellik bağlamında açıklanabileceği iddiası ise yine bu kısımda vurgulanmaktadır. Ancak İbn Sînâ’nın olağanüstü hadiseleri açıklamak için kullanmış olduğu terimler ve eserinde yer verdiği bölüm göz önüne alındığında iddiasından farklı sonuçlara ulaşılmaktadır. İbn Sînâ arifin uzun süre aç kalabilmesini dahi tabiatın bilinen yollarından olduğunu vurgulamaktadır. Konunun arifler üzerinden ilerlemesi ve her halin tabiata dayalı bir yolunun olması iddia edilmektedir. Buna binaen yapılan araştırmanın İbn Sînâ’nın mistik bir filozof mu, akılcı bir filozof mu olduğuna dair yorumlara katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Araştırmanın sonucunda ise İbn Sînâ’nın olağanüstü hadiseleri akıl ile izah ettiğini ifade etse de mistik bir anlayışın izlerini taşımakta olduğu da görülmektedir. İbn Sînâ eserlerinde özel olarak nedensellik konusunu incelediği kısımlar varlık üzerine şekillenirken, olağanüstü hadiseler de nefsin özelliklerine göre açıklamalar yapılmaktadır. Nefs ve beden ilişkisini olağanüstü hadiselerin izahın için kullanmaktadır. Nedensellik ile ilişkisini ele aldığımız olağanüstü hadiselerin vahiy, nübüvvet, mucize, rüya gibi farklı konularda özel olarak ele alınıp incelenmesi gerektiği düşünülmektedir.</p> Sümeyye Bayır Taşdemir (Doktora Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Sümeyye Bayır Taşdemir (Doktora Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/120 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Okullarımızda Türkçe Öğretimi ve Okuma Kültürünün Oluşması https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/62 <p style="font-weight: 400;">Okuma ve sohbet geleneğimizin temelinde, İslamiyet’in kabulünden önceki “şifahi” kültürün büyük tesirleri vardır. Bu nedenle bizim okuma kültürümüz dahi, dinleme ve sohbet mantığı üzerine kurulmuştur. Türk insanı ancak Tanzimat’tan sonra yazılı eserlerle buluşmuştur. Tanzimat şair ve yazarlarının yönlendirmeleri ile 1890’li yıllardan itibaren bilhassa İstanbul’da ciddi bir okuyucu kitlesi oluştuğunu görüyoruz. II. Meşrutiyet yılları, matbuatın ve okuma kültürünün zirvede olduğu yıllardır. Yahya Kemal Beyatlı bir yazısında bir çocuk dergisinin İstanbul’da 5 bin sattığını söyler. Cumhuriyeti kuran ve yaşatan aydınlar da bu yılların velut ortamında yetmişlerdir. Cumhuriyet kurulduktan sonra da okuma alışkanlığımız devam etmiştir. 1928’de Harf İnkılabından sonra kısa bir geçiş dönemi yaşanmıştır. Ancak 1930’lu yıllarda ve daha sonra yeni harflerle basılan kitapların sayısı, çeşidi ve tirajlarına bakıldığında birinci Cumhuriyet neslinin iyi bir okuyucu kitlesi oluşturduğunu görüyoruz. Bu gelişmenin temelinde devletin okuma kültürüne verdiği önem ve bu anlayışla hazırlanmış olan 1928 müfredat programı vardır. Bu programın amaçları, çok iyi anlaşılmış olmalı ki ülke genelinde ciddi bir okuma seferberliği başlamış, okullar, köy odaları ve toplanma yerleri okuma salonları hâline gelmiştir. Köylerdeki okuyucuların beklentilerini karşılamak ve yeni okuyucular kazanmak için kitaplar eşeklerin sırtına sarılan sandıklar (kitap iare sandığı) içinde okuyucuya ulaştırılmıştır. 1980 darbesinden sonra okuma, tartışma ve düşünme hevesimiz bıçak gibi kesilmiştir. Bugün okuma ve tartışma kültürü bakımından hiç arzu etmediğimiz bir noktadayız. Yeniden okuyan ve düşünen bir toplum oluşturmak için derhâl işe koyulmamız gerekir. Müfredat programlarının 1928 programı ruhuyla yeniden hazırlanması ve bu programa göre üretilen tüm materyallerin ve ders araç-gereçlerinin uzman-sertifikalı kişilere hazırlatılması gerekir.</p> Prof. Dr. Celal Demir Telif Hakkı (c) 2022 Prof. Dr. Celal Demir https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/62 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Türk Dil Kurumunun Faaliyetleri https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/253 <p style="font-weight: 400;">Türk Dil Kurumu, <em>Türk Dili Tetkik Cemiyeti</em> adıyla 12 Temmuz 1932’de Atatürk’ün talimatıyla kurulmuştur. Türk Dili Tetkik Cemiyetinin amacı, “Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek” olarak tespit edilmiştir. 1932, 1934 ve 1936 yıllarında yapılan üç kurultayda hem Kurumun yönetim organları seçilmiş hem de ilmî çalışmalar yapılmıştır. 1934’te yapılan kurultayda Cemiyetin adı, Türk Dili Araştırma Kurumu; 1936’daki kurultayda ise Türk Dil Kurumu olmuştur. Günümüzde, Kültür Bakanlığına bağlı Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunun kamu tüzel kişiliğine sahip dört kurumundan biri olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. Türk Dil Kurumu, kuruluşundan bugüne dil bilgisi kitapları, bilim ve sanat terimi sözlükleri, ağız araştırmaları, Türk dünyası destanları, edebî metinler vb. 1450’den fazla eseri yayımlayarak bilim ve kültür dünyasına sunmuştur. <em>Türkçe Sözlük’</em>ü geliştirerek genel ağ (internet) ortamında kullanıma açan Türk Dil Kurumu, 2019 yılında <em>Türkçe Sözlük</em>’ün 11. baskısının tıpkıbasımını yayımlamıştır. <em>Yazım Kılavuzu</em>’nun son baskısı 2021 yılında yapılmıştır. İlköğretim müfredatına göre seçilen kelimelerin yer aldığı <em>Okullar İçin Türkçe Sözlük’ün 8. baskısı yayımlanmıştır. Okullar İçin Yazım Kılavuzu</em> güncellenmiş ve 9. baskısı yapılmıştır. Süreli yayınlarımız ise şunlardır: <em>Türk Dili</em> dergisi, <em>Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten,</em> <em>Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi. </em>Türk Dil Kurumu, 2019’da genel ağ sayfasında e-kitaplarla ilgili bir bölüm açmıştır. Buradaki e-kitap sayısı 60’tan fazladır (<a href="https://www.tdk.gov.tr/yayinlar/e-kitap/e-kitaplar/">www.tdk.gov.tr/yayinlar/e-kitap/e-kitaplar/</a>). Türk dili alanında büyük bir uzmanlık kütüphanesi niteliği taşıyan “Türk Dil Kurumu Kitaplığı”nda 2021 yılı sonu itibarıyla 44.722 kitap, 2.751 ansiklopedi, 110 mevzuat kitabı, 1.244 yazma eser, 4.072 nadir eser, 305 mikrofilm, 1.388 tez ve araştırma, 5.828 sözlük, 10.522 cilt süreli yayın, 520 DVD/CD bulunmaktadır. <strong>Kuruluşundan bu yana çalışmalarını</strong> “Türk dili üzerinde araştırmalar yapmak, yaptırmak” ve “Türk dilinin güncel sorunlarıyla ilgilenerek çözüm yolları bulmak” <strong>iki ana ekseni üzerinde yürüten</strong> Türk Dil Kurumu, günümüzde 48 Bilim Kurulu üyesi, 23 uzmanı ve 91 çalışanıyla Türkiye’nin önde gelen bilim ve kültür kurumudur.</p> Hatice Malkoç (AYK Uzmanı) Telif Hakkı (c) 2022 Hatice Malkoç (AYK Uzmanı) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/253 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Türkiye Türkçesinde Bağlılık Kategorisinde Bağımlı Biçimbirimlerin Morfosemantiği Üzerine https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/192 <p style="font-weight: 400;">Bu çalışmada görevli yapılar olarak telakki edilen bağımlı biçimbirimlerin anlam tamamlayıcıları olarak çalıştığı tezi savunulmuş, konuyu destekleyen bulgular “Bağlılık Kategorisi” özelinde ele alınmıştır. Bu açıdan çalışma morfoloji ve semantik arasındaki bağlantıların tespiti, bağımlı biçimbirimlerin semantik özelliklerinin dikkate alınması ve bütünsel bir bakış açısı oluşturması bakımından önem taşımaktadır. Ayrıca morfosemantik tasnif sunması bakımından yenilikçidir. Araştırmada nitel araştırma yöntemlerinden tabakalı örnekleme yöntemi kullanılmış, örneklem olarak Türk Dil Kurumunun 2011 yılında bastığı Türkçe Sözlük’te madde başı olarak geçen, isimden isim yapan bağımlı biçimbirimleri almış sözcükler belirlenmiştir. Türkçe Sözlük taranarak tespit edilen sözlükbirimler ve bu sözcüklere gelen bağımlı biçimbirimler üzerinden “Bağlılık Kategorisi” oluşturulmuştur. “Bağlılık”, Türkçe Sözlükte “1. a. Bağlı olma durumu, merbutiyet: ‘Babama olan bağımlılığımdan ziyade, anneme duyduğum kızgınlıktan yaptım bunu.’ - Elif Şafak 2. a. Birine karşı, sevgi, saygı ile yakınlık duyma ve gösterme, sadakat.” (TS: 232) olarak tanımlanmaktadır. Bağlılık kategorisinde tespit edilen sözlükbirimlere bakıldığında kategorinin sözlük anlamından daha geniş olduğu görülmektedir ve kategorinin bazı bağımlı biçimbirimler ile oluştuğu gözlenmektedir. Ancak aynı biçimbirimi alsa bile sözlükbirimler arasında anlam farkı oluşmaktadır. Söz gelimi Türkçü, gelenekçi, barışçı, memleketçi, dernekçi, gösterişçi sözcükleri +CI biçimbirimini almış olsa da işaret ettikleri anlam kategorisi bakımından her biri diğerinden farklıdır. Bu farklılıklar gözetilerek “Bağlılık Kategorisi” yedi alt kategoriye bölünmüştür: Öğretiye Bağlı Olmayı İşaret Etme, Bağlısı Olmayı İşaret Etme, Yanlısı Olmayı İşaret Etme, Hedefi İşaret Etme, Üyesi Olmayı İşaret Etme, Temsilcisi Olmayı İşaret Etme, Düşkünlüğü İşaret Etme. Sözcüklere eklenerek bağlılık kategorisini oluşturan biçimbirimler şu şekilde tespit edilmiştir: +CI, +CIl, +dAş, +lI, +lIk. Araştırmada isimden isim yapan bağımlı biçimbirimlerin eklendikleri sözcüklerde belli anlam kategorileri oluşturduğu görülmüştür. Bu kategoriler genel bir başlık altında toplanabileceği gibi daha ayrıntılı bir inceleme ile alt anlam kategorilerine bölündüğü tespit edilmiştir. Böylece bağımlı biçimbirimlerin anlamsız yapılar olarak değil, aksine anlam kuran yapılar olarak değerlendirilmesi gerektiği düşünülmektedir.</p> <p style="font-weight: 400;">* Bu çalışma Prof. Dr. Funda Toprak danışmanlığında 2022 yılında tamamlanan “Türkiye Türkçesinde İsimden İsim Yapan Bağımlı Biçimbirimlerin Morfosemantik İncelemesi” başlıklı doktora tezi esas alınarak hazırlanmıştır (Ankara: Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2022).</p> Dr. Sabire Ceren Demir Telif Hakkı (c) 2022 Ahmet Yılmaz (Pretorya Büyükelçiliği Din Hizmetleri Müşaviri) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/192 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Dil ve Anlam Özellikleri Bakımından Göktürk Harfli Yazıtlardaki Renk Adlarının Tatar ve Başkurt Türkçelerindeki Karşılıklarının İncelenmesi https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/245 <p style="font-weight: 400;">Bu çalışma Göktürk metinlerindeki renk adlarının Tatar ve Başkurt Türkçesindeki karşılıklarını ve bunların ses ve anlam değişimlerini saptamak amacıyla hazırlanmıştır. Çalışmamızın kapsamı içerisinde Orhun Yazıtları (Bilge Kağan, Kül Tigin ve Tonyukuk) ile Eski Uygur dönemi yazıtlarından Çoyr, Kül İç Çor, Ongin, Suci, Şine Usu, Tes ve Taryat Yazıtları yer almaktadır. Göktürk metinlerindeki “Aq, Azman, Boz, Qara, Qızıl, Kök, Sarığ, Toruğ, Ürüñ, Yağız, Yaşıl” renk adları taranarak, Tatar ve Başkurt Türkçelerindeki karşılıkları sözlükler yardımıyla bulunmuştur. Bunun için; Tatarca-Türkçe, Türkçe-Tatarca, Başkurtça-Türkçe ve Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri sözlükleri taranmıştır. Ayrıca Tatar ve Başkurt Dillerinin diyalekt sözlüklerinden de faydalanılmıştır. Söz konusu adların Tatar ve Başkurt Türkçelerindeki ses ve anlam değişimleri incelenmiştir. Renk adları anlamı korunan, anlamı genişleyen, sözcük değişimi görülen, ses değişimi olmayan, anlamı daralan, anlamı değişen durumlarına göre incelenip söz konusu değişiklikleri tespit edilmiştir. Göktürk metinlerinde yer alan 11 adet renk adlarından Tatar Türkçesinde ses değişimi olan 8 adet, anlamı korunan 3 adet, anlamı genişleyen 5 adet sözcük tespit edilmiştir. Sözcük değişimi görülen, ses değişimi olmayan, anlamı daralan ve anlamı değişen sözcük tespit edilememiştir. Göktürk metinlerinde yer alan 11 adet renk adlarından Başkurt Türkçesinde ses değişimi olan 8 adet, anlamı korunan 3 adet, anlamı genişleyen 5 adet sözcük tespit edilmiştir. Sözcük değişimi görülen, ses değişimi olmayan, anlamı daralan ve anlamı değişen sözcük tespit edilememiştir. Sadece Başkurt Türkçesinde ve sadece Tatar Türkçesinde görülen sözcük tespit edilememiştir. Her iki lehçede de görülmeyen 2 adet sözcük tespit edilmiştir. Çalışmamızın sonucu olarak Göktürk metinlerinde yer alan 11 adet renk adlarının hem Tatar Türkçesinde hem de Başkurt Türkçelerinde kullanımlarının olduğunu görmekteyiz. Ses ve anlam değişiklikleri olsa da hala kullanılmaya devam etmektedirler.</p> Saadet Keser (Yüksek Lisans) Telif Hakkı (c) 2022 Saadet Keser (Yüksek Lisans) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/245 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Yabancılara Türkçe Öğretiminde Web 2.0 Araçlarının Kullanımı: Sistematik Alanyazın Taraması https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/149 <p style="font-weight: 400;">Teknoloji zamanla birikmiş ve değişmiştir. Öğrenciler ve öğrenme vasfı taşıyan her birey günlük hayatında internet teknolojilerinden sıklıkla yararlanır. Her alanda yaşamın bir parçası hâline gelen bilişim teknolojileri dil öğretiminde de kullanılmaya başlanmıştır. Öğretmenlerin dil öğretimi etkinlikleri sırasında söz konusu teknolojilerden faydalanmaları derse olumlu katkılar sağlayabilir ve öğretme motivasyonunu artırabilir. Bunun yanı sıra bilişim teknolojilerinin kullanıldığı derslerde öğrencilerin derse olan ilgi ve motivasyonları da artabilir. Yabancı dil eğitiminde teknolojinin sunduğu imkanlardan faydalanmak, teknolojinin gelişimine koşut olarak giderek artmaktadır. TÖMER’in kuruluşu ile beraber Türkçe’nin yabancı dil öğretimi sistematik hale gelmiş ve son on yıldır Türkçe’nin yabancı dil olarak öğretimi giderek yaygınlaşmıştır. Bu bağlamda Türkçe’nin yabancı dil öğretiminde teknoloji kullanımı verilen yabancı dil eğitiminin daha etkili hale getirilmesi çabasına ciddi katkılar sağlayacak potansiyele sahiptir. Söz konusu teknolojilerden biri, Web 2.0 araçlarıdır. Mevcut çalışmanın amacı yabancılara Türkçe öğretiminde kullanılmakta olan ve de kullanma potansiyeline sahip Web 2.0 araçlarının belirlenerek, öğretmenlere ve öğrencilere yönelik öneriler ortaya koymaktır. Bu amaca ulaşabilmek için nitel araştırma paradigmasından yola çıkılarak sistematik alanyazın taraması yapılmıştır. Çalışmaya son on yılda yabancılara Türkçe öğretimi alanında internet teknolojileri konulu çalışmalar dahil edilmiştir. Araştırma SCI ve ULAKBİM indeksleri üzerinden yürütülmüş olup öncelikle dil öğretiminde kullanılan web 2.0 araçları tespit edilmiş ana dil öğretimiyle ilgili olanlar çıkarılmış, yabancılara Türkçe öğretimi içerikli olanlar çalışmaya aktarılmıştır. Araştırma için ulaşılabilen 35 makale, 8 yabancılara Türkçe öğretimi içerikli kitap ve kitap bölümü, 100’den fazla dil öğretimi ve web 2.0 araçları ile ilgili bilgi içeren web sitesi taranmıştır. Araştırmada belirlenen kriterler ışığında elde edilen çalışma setine doküman analizi yapılmıştır. Elde edilen veriler söz dağarcığını geliştirmede kullanılan web 2.0 araçları, temel dil becerilerini kazandırmada; ölçme ve değerlendirmede kullanılan web 2.0 araçları olarak kategori edilmiştir. Web 2.0 araçlarına dair elde edilen sayısal veriler tablolaştırılmış ayrıca araçlar özet olarak tanıtılmıştır.</p> Dr. Naciye Başpınar Yörük Telif Hakkı (c) 2022 Dr. Naciye Başpınar Yörük https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/149 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Anlatıbilimde Yenilikçi Bir Deneme: Ahmet Mithat Efendi’nin Romanlarında ‘Biz’ Anlatıcı https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/207 <p style="font-weight: 400;">Ahmet Mithat Efendi’nin romanlarında kullandığı, anlatıbilimin tasniflerinden farklı özellikler taşıyan ‘biz’ anlatıcının incelendiği bu çalışma; yazarın yenilikçi yönünü ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, incelenen örnekler anlatıbilim çalışmalarına yeni veriler sunmaktadır. Bu çalışma, yazarın romanlarına dikkat çekerek anlatıbilimin sınırlarının dışında örneklerle karşılaşıldığını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Roman türünün en önemli unsurlarından biri ‘anlatıcı’dır. Anlatıcı, bir romanda sesini ilk duyduğumuz unsurdur. Bu unsur, anlatıbilim araştırmacıları tarafından birbirinden farklı yaklaşımlarla ele alınsa da anlatıcının önemi, hemen her anlatıbilimci tarafından vurgulanır. Kurmaca bir metin ne kadar mimetik özellikler gösterse de her metinde bir anlatıcının varlığı zorunludur. Ahmet Mithat Efendi’nin (ö. 1912) romanları; gelenekle birlikte romantizmin de etkilerini taşıyan, okuru eğitmeyi ve bilinçlendirmeyi hedefleyen, bundan dolayı anlatıcının hakimiyetini çoğunlukla güçlü tutan romanlardır. Bilim, edebiyat, çocuk eğitimi, kadınların okumasının gerekliliği, sosyal ve kültürel yenilikler, Avrupaî yaşam, şahsî teşebbüsün önemi, iktisat, ahlâk, din, hukuk gibi alanlarda yazdığı yazılarının yanı sıra kurmaca eserlerinde de bu meseleleri tartışan yazar için anlatıcının hâkim ve özgür olması kaçınılmazdır. Bu bağlamda anlatıcının bakış açısı da çoğunlukla hâkim bir konumdadır. Ahmet Mithat Efendi; romanın eğiticiliğinin yanı sıra tekniği üzerine de düşünen, sanatını icra ederken yenilikler denemekten çekinmeyen bir yazardır. Onun bu yönü, anlatıcısının da çeşitlenmesini sağlayarak yazarı dönemin diğer romancılarından farklı bir noktaya taşımıştır. Bu çalışmada; ‘anlatıcı’nın tanım ve tasnifleri incelendikten sonra Ahmet Mithat Efendi’nin romanlarında kullandığı, anlatıbilim araştırmacılarının anlatıcı tasnifine uymayan, orijinal bir kullanım olan ‘biz’ anlatıcı denemesi; yazarın romanlarından alınan örneklerle gösterilmeye çalışılacaktır. Yazarın ‘anlatıcı’ ve ‘muhatap’ı romanın kurmaca dünyasına dahil etmesi şeklinde uyguladığı bu teknik incelenerek elde edilen sonuçlar, anlatıbilimin ‘anlatıcı’ tasniflerine yeni veriler sunacaktır. Sonuç olarak diyebiliriz ki; Ahmet Mithat Efendi’nin Türk romanının ilk örneklerini veren bir yazar olmasına rağmen bugün bile orijinalliğini koruyan bir denemede bulunması, yazarın roman sanatı üzerine düşündüğünü, yeni uygulamalar konusunda istekli ve cesur olduğunu ortaya koymaktadır. Roman türünün bu erken örneklerinde kullanılan ‘biz’ anlatıcı, anlatıbilimin anlatıcı tasniflerinin dışında kalan, (kurmaca) anlatıcı ve muhatabı kurmaca dünyanın içerisine sokarak roman kahramanlarıyla iletişime geçiren bir teknik olarak günümüzde bile orijinalliğini korumaktadır.</p> Dr. Zeynep Taşçı Telif Hakkı (c) 2022 Dr. Zeynep Taşçı https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/207 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 İsa Habipbeyli’nin Sanatında Azerbaycan Edebiyatının Eğitimi Konuları https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/223 <p style="font-weight: 400;"><strong> </strong></p> <p style="font-weight: 400;">Eserleri ana dilinden başka İngiliz, Fransız, Macar, Arap, Türk, Rus, Bulgar, İbrani ve diğer dillerde basılan İsa Habipbeyli`nin Azerbaycan edebiyatının dünyaya tanıtılmasında, nesir, şiir ve sahne eserlerinin teorik sorunlarının çözümünde, bazı ünlü sanatçıların sanatının araştırılmasında hizmetleri bilim ve eğitim yoluyla genç nesle örnek olmuştur. İsa Habipbeyli`nin bilimsel sanatı ile pedagoji çalışmaları paralel olarak biri diğerini tamamlıyor. Nahçivan Devlet Üniversitesi’ne uzun yıllar başkanlık eden edebiyat adamı, bilim adamı yılmayan, fedakaar ve yaratıcı çalışmaları ile büyük bir bilim, eğitim ve yönetim ekolü oluşturuyor. Araştırmacılık faaliyeti ile Azerbaycan bilimine kattığı yeniliklere göre o, 2001 yılında Azerbaycan Milli Bilimler Akademisi’nin anlaşmalı üyesi, 2003 senesinde gerçek üyesi olmuştur. 2013 yılında AMEA`nın başkan vekili olarak görevlendirilen İ.Habipbeyli o yıldan Edebiyat Enstitüsü`ne başkanlık etmektedir. 90`a yakın kitap, 1500`e kadar bilimsel araştırması olan İsa Habipbeyli`nin ancak edebi düşünce tarihinde değil, metodoloji alanında da hizmetleri büyüktür. Üniversitelerin filoloji fakülteleri için ortaokul edebiyat ders kitaplarının hazırlanmasında bilimsel editör ve danışman olarak tavsiyeleri, imzasının bilimsel-pedagojik düşünce tarihindeki ağırlığını bir kez daha kanıtlamıştır. Azerbaycan edebiyatının öğretiminde İsa Habipbeyli'nin en büyük hizmeti, dönemlendirme kavramına karşı tutum meselesidir. Şimdiye kadar, edebiyat tarihi genellikle antik, ortaçağ, modern edebiyat aşamalarına bölünmüştür. Azerbaycan Sovyet edebiyatı, Azerbaycan edebiyatının bağımsızlık döneminin edebi tarihi sürecinin ideolojik yaklaşımı açısından isimlendirilse de tartışmalara neden olmuştur. İlk kez İsa Habipbeyli, dönemsellik ilkelerini belirleme sonucuna varmıştır. Bilim adamı, edebiyatın dönemselleştirilmesinde kültür ölçütlerine, edebi-tarihsel süreçlerin gerçeklerine, edebi akımlara ve Azerbaycan ideolojisine dayalı olarak dönemlendirme kavramındaki aşamaları tanımlamıştır.</p> Doç. Dr. Nazile Abdullazada Telif Hakkı (c) 2022 Doç. Dr. Nazile Abdullazada https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/223 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 TÜBİTAK’ın Sosyal ve Beşeri Bilimler Alanında Araştırma Projesi Destekleri https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/242 <p style="font-weight: 400;">TÜBİTAK Araştırma Destek Programları Başkanlığı bünyesinde faaliyet gösteren Sosyal ve Beşeri Bilimler Araştırma Destek Grubu (SOBAG), sosyal ve beşeri bilimlerin tüm alanlarında Ar-Ge faaliyetlerini yürüten bilim insanlarımızı destekleyerek, evrensel gelişmeler ve ülke öncelikleri doğrultusunda, bilimsel araştırma faaliyetlerini teşvik etmek ve geliştirmek amacıyla çalışmalarını sürdürmektedir. 1997 yılında Sosyal ve Beşeri Bilimler Araştırma Destekleme Kurulu olarak kurulan birim, 1999 yılında proje desteklerine başlamış olup 2005 yılında Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu kararıyla diğer bilim/teknoloji alanlarıyla eşit statüde destek kapsamına alınmıştır. SOBAG bünyesinde, sosyal ve beşeri bilimlerin bütün alanlarını kapsayacak şekilde (34 farklı alanda) mühendislik bilimleri, temel bilimler, sağlık bilimleri gibi diğer bilim/teknoloji alanlarında olduğu gibi tüm ulusal akademik Ar-Ge programları (1001, 1002, 1003, 1005, 3501 gibi) kapsamında araştırma projeleri desteklenmektedir. Söz konusu projelerin başvuru, değerlendirme, izleme, sonuçlandırma ve çıktı-etki takibi süreçleri yürütülerek sosyal ve beşeri bilimler alanındaki araştırmacılarımıza her anlamda destek sağlanmaktadır. 2005 yılından beri yaklaşık 2.400 projeye 1 milyar TL civarında bütçe ile destek sağlanmıştır. Bu destekler kapsamında toplam 14.657 kişi yürütücü, araştırmacı, danışman ve bursiyer olarak görev almıştır. Desteklenen projelerin araştırma projesi olması esas olup, değerlendirme kriterleri programa göre farklılaşmakla birlikte temel olarak özgün değer, yöntem, proje yönetimi ve yaygın etki şeklindedir. Projelerin bilimsel bilgi birikimine kavramsal, kuramsal veya metodolojik olarak özgün katkılarda bulunması; amaç ve hedeflere ulaşmaya elverişli bir yönteme sahip olması; iş-zaman planlaması, başarı ölçütleri, risk yönetimi ve ekip gibi hususlarda iyi bir planlama içermesi ve çıktı, etki ve yayılım boyutlarında yüksek bir potansiyele sahip olması beklenmektedir.</p> Rümeysa Uzun (TÜBİTAK Uzmanı) Telif Hakkı (c) 2022 TÜBİTAK - Sosyal ve Beşeri Bilimler Araştırma Destek Grubu (SOBAG) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/242 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Sosyal Bilimlerde Çeviri Dostu Akademik Yazma: Uygulamaya Dönük Stratejiler https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/68 <p style="font-weight: 400;">Akademik yazmada amaç bilimsel bilgileri ve verileri sade ve anlaşılır biçimde hedef kitleye ulaştırmaktır. Bazen akademik metnin bir çevirmen tarafından yabancı dile çevrilmesi gerekir. Bu durumda çevirmenin sade ve anlaşılır bir dil kullanarak kaynak metni hedef metne çevirmesi beklenir. Bu çalışma; kaynak metni hazırlarken yazarın çevirmene nasıl yardımcı olabileceğini örnekler üzerinden göstermekte ve bunu başarmak için kullanılabilecek stratejileri ele almaktadır. Bir akademik çevirinin düşük veya yüksek nitelikli olmasını belirleyen faktör sadece çevirmenin bilgi ve beceri düzeyi değil aynı zamanda kaynak metnin niteliğidir. Öyle ki, kaynak dilde yazılan metnin anlaşılırlığı hedef dildeki metnin kalitesini doğrudan etkilemektedir. Ayrıca akademik yazmanın kendine göre kuralları vardır ve bu kısmen de olsa bir dilden diğer dile değişiklik gösterebilir. Bu anlamda çevirmenler akademik metinleri çevirirken bazı problemlerle karşılaşırlar. Bu çalışmanın amacı bu tür problemleri örneklendirmek ve bu problemleri çözmede kullanılabilecek stratejileri ele almaktır. Akademik yazmada sıklıkla karşılaşılan ve çevirinin kalitesini etkileyen problemler şunlardır: uzun cümleler kurmak, birden çok anlama gelebilecek ifadeler kullanmak, anlatım bozuklukları, metni İngilizcenin söylem yapısına uygun olmayacak şekilde organize etmek, bağlaçları gelişigüzel kullanmak, gereksiz yere edilgen fiil çatısı kullanmak, düşünceleri doğrudan ifade etmek yerine dolaylı ifadeler kullanmak, aynı anlama gelen kelimeleri birbiri ardına kullanmak, imla hataları vb. Bu çalışma bir metni daha kaliteli hale getirmek için yazarın ve çevirmenin genel olarak neler yapabileceği tartışmaktadır. Her ne kadar tecrübeli çevirmenler etkili eylemlerde bulunsa da kötü yazılmış bir kaynak metinden iyi bir çeviri çıkmayacaktır. Kaliteli akademik çeviri yazar ile çevirmen arasında bir iş birliği gerektirir. Bu nedenle bu konuda bir farkındalık oluşturmak önemlidir.</p> Doç. Dr. Arif Bakla Telif Hakkı (c) 2022 Doç. Dr. Arif Bakla https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/68 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Sosyal Bilimlerde Akademik Yazımda Standartlaşma Çabası: İSNAD Atıf Sistemi Örneği https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/264 <p>Dünya yüzünde 6.000’den fazla kaynak gösterim stili bulunmaktadır. Yaygın olarak kullanılan akademik yazım ve kaynak gösterme stilleri, 20. yüzyılın başından itibaren ortaya çıkmıştır. Chicago stili (The Chicago Manual of Style, CMOS, CMS) Chicago Üniversitesi tarafından 1906 yılında yayımlanmış ve 2017 yılında 17. edisyonu satışa sunulmuştur. APA stili (The Publication Manual of the American Psychological Association, APA) 1952 yılında Amerikan Psikoloji Derneği tarafından yayımlanmış ve 2019 yılında 7. edisyonu piyasaya sürülmüştür. Türkiye’de üniversite öğrencilerinin çoğuna, Chicago ve APA gibi kaynak gösterim stillerinden birini aslına uygun olarak nasıl kullanacakları tam olarak öğretilememektedir. Türkiye’de tamamlanan yüksek lisans ve doktora tezleri, kaynak gösterim stillerine uygunluk açısından incelendiğinde, tez yazım kılavuzlarında kullanılması gerekli görülmesine rağmen tezlerin büyük oranda bu stillere uygun olarak kaleme alınmadıkları görülebilmektedir. Öğretim üyelerince kaleme alınan makale ve kitap türlerindeki akademik yayınlar için de aynı durum söz konusudur. Türkiye merkezli yayımlanan akademik kitaplardan çok azı bu stillere uygun olarak yayımlanmaktadır. Bazı enstitüler ve yayıncılar, akademik çalışmaların Chicago, APA veya diğer atıf stillerinde yazılmasını şart koşsalar da bu stillerin öğrencilere genel olarak öğretilemediği ortadadır. Bu sonuca yol açan birden fazla sebep sıralanabilir. Chicago ve APA gibi stiller, İngilizce dilinde akademik yayın yapmak için hazırlanmış kılavuzlardır. Türk öğrenciler veya akademisyenler, bu stillerin İngilizce tam metinlerine ya kitap formatını satın alarak veya bu stillerin elektronik versiyonlarına Üniversitelerinin abone olmaları durumunda erişim sağlayabilmektedirler. Ücret ödenmesini gerektirmesi sebebi ile ülkemizde bu iki erişim seçeneği de yaygın değildir. Chicago ve APA gibi stillerin Türkçe çevirileri varsa kullanılması da bir seçenektir. Örneğin APA’nın eski versiyonu olan 6. edisyonunun Türkçe çevirisini ücretsiz olarak PDF formatında temin etmek mümkündür. Ancak diğer kaynak gösterim stillerinin eski edisyonlarının çevirileri bile ticari bir ürün olarak satıştadır, ücretsiz erişilememektedir. Chicago ve APA gibi stillerde yer alan bilgiler güncellenmekte ve zamanla yeni edisyonları kullanıma sunulmaktadır. APA’nın güncel versiyonu, 7. edisyon İngilizce 428 sayfa olarak 2019 yılında, Chicago’nun 17. edisyonu İngilizce 1144 sayfa olarak 2017 yılında yayımlanmıştır. Ağustos 2022 itibari ile bunların Türkçe çevirileri bulunmamaktadır. Türkçeye çevirileri yapılsa bile öğrenciler bunların tam metinlerine ancak satın alarak erişebileceklerdir. Chicago ve APA stillerinin kullanımını talep eden bir enstitü veya dergiye çalışmasını sunacak araştırmacılar, genellikle internetten buldukları karşılarına çıkan farklı edisyonlardan birine ait örneklere bakarak çalışmalarını hazırlamaktadırlar. Bu durumda 17 edisyonu bulunan Chicago stilinin veya 7 edisyonu bulunan APA’nın hangi baskılarına ait örneklere baktıklarından çoğu zaman araştırmacılar habersiz olmaktadır. Chicago ve APA gibi stillerin tez yazımında kullanılması üniversiteler tarafından zorunlu tutuluyorsa, Avrupa ve ABD üniversitelerinin yaptığı gibi Türk üniversiteleri de bunlara abone olmalı ve öğrencilerine ücretsiz erişime açmalıdır. Ancak bunların İngilizce metinlerine erişim de tam olarak çözüm olmayacaktır. İngilizce akademik metin yazmak için hazırlanan bu çalışmaların Türkçe çevirilerinin yapılarak öğrencilerin erişimine açılması gerekecektir. Bu stiller ne zaman öğrencilere ve araştırmacılara tam metin olarak erişilebilir olursa o zaman Chicago ve APA stillerin sadece dipnot ve kaynakça yazımı ile ilgili 3-5 sayfalık bilgi içermediği konusunda da farkındalık artacaktır. Bu stiller, akademik araştırma ve yazımla ilgili öğrenci ve araştırmacıların mutlaka bilmesi gereken A’dan Z’ye tüm temel bilgileri içermektedir. Bu sebepledir ki APA’nın İngilizcesi 428 ve Chicago stilininki 1144 sayfadır. Bu stillerin İngilizce tam metinlerine ve güncel edisyonlarının Türkçe çevirilerine erişim zorluğu sebebiyle Türkiye’de Chicago ve APA gibi stiller öğrenciler tarafından doğru olarak öğrenilememektedir. Bunun olumsuz sonuçlarını, Türkçe akademik metinleri kontrol etmek ve düzeltmek zorunda kalan danışmanlar, editörler ve yayıncılar çekmektedir. Akademik yazım ve kaynak gösterme konularındaki bilgi eksikliği sebebi ile akademik etik ihlaller, farkında bile olunmadan öğrenciler ve araştırmacılar tarafından yapılabilmektedir. Tüm bu olumsuzluklardan kurtulmak amacı ile 2018 yılında Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’nin proje desteği ile İSNAD Atıf Sistemi geliştirilmiştir. İSNAD, akademik çalışmalarda kullanılmak üzere Türkiye merkezli ve Türkçe olarak geliştirilen akademik yazım ve kaynak gösterme sistemidir. Öğrencilerin bilimsel araştırma yapmayı ve kaynak göstermeyi ana dillerinde Türkçe yazılmış bir sistemden öğrenmeleri etik ihlallerin önlenmesinde de etkili olacaktır. Bu sonuca ulaşabilmek için öğrencilere akademik araştırma ve yazımı öğrenebilecekleri erişilebilir bir sistem sunmak gereklidir. İşte İSNAD Atıf Sistemi bu amaçla hazırlanmış ve kullanıma sunulmuştur. İSNAD’ın tam metnine ve web versiyonuna erişim tamamen ücretsizdir. İSNAD’ın İngilizce, Arapça ve Farsça çevirileri de ücretsiz olarak kullanıma sunulmuştur. Azerice, Kırgızca, Özbekçe ve diğer Türk dillerine de çevrilecektir. İSNAD; Zotero, EndNote ve Citavi gibi atıf yönetim araçlarıyla da kullanılabilmektedir. İSNAD’ın kullanımının yaygınlaşması ve akademik yazım araçlarıyla kullanımının öğrenilmesi amacıyla ücretsiz olarak seminerler düzenlenmekte ve ders videoları İSNAD Akademi TV’de yayımlanmaktadır. Yazım sürecinde öğrencilere 7/24, İSNAD web sitesi üzerinden kullanıcı desteği de sağlanmaktadır. Üniversiteler, yayınevleri ve araştırmacılar, açık erişim lisansı ile hizmete sunulan İSNAD’ı ücretsiz şekilde kullanabilmektedir. Ağustos 2022 itibari ile 37 Üniversite ve 136 hakemli dergi İSNAD’ı kullanmaktadır. İSNAD, öğrenciler tarafından daha erişilebilirdir ve öğrenilmesi daha kolaydır. Atıf stilleri, bilim dalına göre farklılık göstermektedir. Anket ve mülakat gibi güncel veri kullanan bilim dallarında yazar soyadından hemen sonra yayın tarihi belirtilerek atıf yapılması (metin içi sistemini) tercih edilmektedir. El yazmaları, arşiv belgeleri ve klasik eserler gibi en eski yazılı kaynağa ulaşılmasını gerekli gören bilim dallarında ise yazar adından sonra kaynak adının belirtilmesi uygulanmaktadır (dipnotlu sistem). İSNAD'ın hem metin içi hem de dipnotlu versiyonu bulunmaktadır. Bununla birlikte her iki versiyonda yazılan akademik metinlerde, kaynakçada eserler aynı düzende ve formatta yazılmaktadır. Bundan dolayı İSNAD tüm bilim dalları için uygundur. Kaynakçanın tek formatta hazırlanması ise kaynakça verisinin “temiz veri” olarak sunulmasına olanak sağlamaktadır. Üniversiteler ve dergiler tarafından İSNAD’ın kaynak gösterim sistemi olarak kabul edilmesi, akademik yazımda da standartlaşmaya katkı sağlayacaktır. Böylece kaynakça verisini kullanan akademik veri tabanları ve indekslere “temiz metadata” sağlanabilecektir. Şu an itibari ile Türkiye merkezli akademik yayınların üst verisi çok nitelikli ve yurt dışından yeterince görülebilir değildir. Türkçenin bilim dili olarak benimsenmesi hedefine ulaşılmasında, Türkçe olarak geliştirilmiş bir akademik yazım ve kaynak gösterme sistemine sahip olmak zaten bir zorunluluktur. İSNAD akademisyen ve araştırmacılardan gelen görüş ve önerilerle geliştirilmeye devam edecek ve ücretsiz şekilde erişilebilir olmayı sürdürecektir.</p> Dr. Abdullah Demir Telif Hakkı (c) 2022 Dr. Abdullah Demir https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/264 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Din Referanslı Hareketlerin Sosyo-Politik Bağlamda Karşılaştırması: Evanjelizm ve Gülenizm (FETÖ) Örneği https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/100 <p style="font-weight: 400;">Din, toplumsal, siyasi, kültürel, ekonomik vb. birçok açıdan fonksiyoneldir. Din kimi zaman bir hareketin/grubun inşasında temel faktördür. Kimi zaman bir hareketin tutkalı işlevi görmektedir. Bununla birlikte din, bazen de hareket(ler)in gelişim seyrinde son derece etkili ve kritik olmaktadır. Önemli ve oldukça etkili bir toplumsal olgu olması hasebiyle din, özellikle dinden beslenen/güç alan hareketlerin sosyo-politik paradigmasında üstlendiği işlev hayati bir boyut kazanabilmektedir. Çalışmaya konu olan Evanjelizm ile Gülenizm* (Fetullahçı Terör Örgütü: FETÖ) kökende dinin temel faktör veya referans olduğu bu hareketlerdendir. Hıristiyanlık bağlamında Protestan mezhebi içerisinde ortaya çıkan Evanjelizm ile İslâmî öğreti ve argümanları işlevsel kılan Gülenizm, referans aldıkları dinî gelenekten farklılaşan ve yabancılaşan sosyo-politik tutum açısından benzeşen yönleriyle oldukça dikkat çekmektedir. Bu çerçevede her iki hareketin kuruluş ve gelişim seyri, yapılanmaları ve ulusal ve küresel ölçekli sosyo-politika, hedef, söylem, faaliyet ve stratejiler bakımından birtakım benzerlikler veya paralellikler taşıdıkları ortaya çıkmaktadır. Çalışma, söz konusu hareketlerin salt benzerlik bağlamını sosyo-politik çerçevede ortaya koymaya odaklanmaktadır. Evanjelizm ile Gülenizmin arasındaki benzerliklere yönelik bulgular, veriler veya argümanlar ortaya koyulurken din sosyolojisinin yöntem ve bakış açısından yararlanılmaktadır. Bu kapsamda nitel yöntem tekniklerinden biri olan ve dolaylı gözlemle gerçekleştirilen dokümantasyon tercih edilmiştir. Dokümanlar üzerine yapılan dolaylı gözlemle ilk başta konu kapsamındaki dokümanlar taranmış, ilgili kısımlar tasnif edilmiş ve sonrasında tüm veriler/bulgular sistematik bir çerçeveye oturtulmuştur. Gülenizm ve Evanjelizmin benzerliklerine dair elde edilen bu sistematik veriler/bulgular, anlayıcı bir yaklaşım, sosyolojik bir bakış ve karşılaştırmalı analizlerle ortaya konulmuştur. Bununla birlikte din referanslı hareketler, Gülenizm ve Evanjelizmin karşılaştırması ve salt benzer veya paralel özellikleriyle sınırlandırılmaktadır. Çalışmada; Evanjelizm ve Gülenizm sosyo-politik bağlamda hangi açıdan benzerlikler veya paralellikler ihtiva etmektedir? Hareketler, kuruluş, gelişim seyri, yapılanmaları ve metodolojik perspektifi bakımından ne tür benzerliklere sahiptir? Hareketler, ulusal ve küresel ölçekte sosyo-politika, söylem, faaliyet, hedef ve stratejiler bakımından ne tür benzerlikler veya paralellikler taşımaktadır? sorunsalı etraflıca irdelenerek analiz edilmektedir. Bu noktada din sosyolojisi alanında dinî hareketlerin karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesi veya analiz edilmesinin önem arz etmesi ve bu bakış açısının ilgili literatüre katkı sağlayacağının düşünülmesi, çalışmanın özgünlüğünü ve önemini ortaya koymaktadır. Nitekim dinî hareketlerin farklılıklarının veya benzerliklerinin ortaya koyulması, dinî hareketler/gruplar sosyolojisine çok boyutlu bir görünüm ve perspektif kazandırmakla birlikte bu anlamdaki bir ihtiyaca da karşılık gelebilmektedir. Çalışmada temel olarak ulaşılan Gülenizm ve Evanjelizmin birçok açıdan benzer yapıda olduğu sonucu temellendirilmektedir.</p> <p style="font-weight: 400;">* <em>10 Soruda 15 Temmuz Darbe Girişimi ve Fetullahçı Terör Örgütü</em>. Ankara: Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Yayınları, 2016. <a href="https://www.tccb.gov.tr/assets/dosya/15Temmuz/onsorudafeto_tr_en.pdf" target="_blank" rel="noopener">https://www.tccb.gov.tr/assets/dosya/15Temmuz/onsorudafeto_tr_en.pdf</a></p> Dr. Muhammed Yamaç Telif Hakkı (c) 2022 Dr. Muhammed Yamaç https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/100 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Engelliliğe Bakışın 2010 Yılı Sonrası Yayımlanan Türk Televizyon Dizileri Bağlamında Değerlendirilmesi https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/117 <p style="font-weight: 400;">Genel olarak medya özel olarak da televizyon dizileri toplumun düşünce yapısı üzerinde etkilidir. Medyanın neredeyse toplumun tümü üzerinde küçümsenemeyecek bir etkisinin olduğu bilinmektedir. 05.11.2021 ve 01.06.2022 tarihleri arasında gerçekleştirilen bu çalışmada toplumsal olarak engellilik olgusuna bakış üzerinde 2010 yılı sonrası yayımlanan bazı televizyon dizilerinin etkisi incelenmiştir. Yapılan incelemelerde kuramsal olarak Goffman’ın Damgalama teoremi merkeze alınarak dizilerin değerlendirilmesi yapılmıştır. Bu değerlendirmede gerçek hayattan esinlenilerek yazılan rollerde engelli karakterlere hangi şekilde yer verdikleri incelenmiştir. Dizilerdeki rollerin gerçek hayatla farklı olabileceği gerçeği bulunsa da Türk televizyon izleyicisinin dizilerdeki bu rollerden etkilendikleri ve kendi yaşamlarıyla eşleştirdikleri gözlemlenmiştir. Çalışma nitel araştırma yöntemi kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Araştırma içerisinde Türk televizyon dizileri bağlamında yapılan değerlendirme için araştırma deseni olarak içerik analizi yöntemi kullanılmıştır. Örneklem olarak Çukur, Camdaki Kız, Güllerin Savaşı, Öyle Bir Geçer Zaman Ki, Leyla ile Mecnun dizileri seçilmiştir. Dizilerin seçiminde izlenme oranları, engelli karakterin varlığı ve 2010 yılı sonrası yayınlanmış olması dikkate alınmıştır. Elde edilen bulgulardan hareketle televizyon dizilerinin engellilere bakışının sorunsal olduğu tespit edilmiştir. Engelli karakterlerin dizilerde diğer oyunculara göre daha az sayıda sahnesi bulunmaktadır ve engelli karakterler yan roldedir. İncelemeye konu olan dizilere detaylı olarak bakıldığında ruhsal ya da bedensel olarak çok güçsüz gösterilen engelli karakter ya intihar ederek ya da öldürülerek diziden birkaç bölüm sonra çıkarıldığı görülmektedir. Dizilerin tamamında engelli karakter erkektir ve kadın engelli karakter bulunmamaktadır. Oysa toplumumuzda erkek ve kadın engelli şahsiyetlerin bulunduğu bilinmektedir. Bu noktada bir cinsiyet farkı da gözlemlenmemektedir. Aynı zamanda dizilerde engelli olan erkek karakter duygusal olarak da yalnız ve muhtaç gösterilmektedir. Öyle Bir Geçer Zaman Ki dizisinde engelli karakterin âşık olduğu kadın, engelli karakteri değil onun dizide sağlıklı ve güçlü gösterilen abisine aşıktır. Karmaşık ilişkiler ortasında sık sık gösterilen engelli karakter yalnız kalan ve bu yüzden ruhsal olarak problemli olan biri şeklinde anlaşılabilmektedir. Camdaki Kız, Çukur, Leyla ile Mecnun, Güllerin Savaşı dizilerinde ise engelli karakterin sahneleri bedensel olarak sağlıklı karakterlere göre daha azdır. Bu durum engelli bireylerin medyada yanlış çıkarımlara sebep olabilecek şekilde ve sağlıklı bireylere göre daha az roller ile temsil edildiğini göstermektedir. Bu durumların izleyici tarafından engelliliğin daha farklı olarak algılanabilmesine veya değerlendirilebilmesine ve toplumsal olarak engellilere bakışta oluşabilecek olumsuzluklara zemin hazırladığı düşünülmektedir.</p> Emine Karakurt (Sosyolog) Telif Hakkı (c) 2022 Emine Karakurt (Sosyolog) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/117 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Max Weber Sosyolojisi: Anlama Yöntemi Üzerine Tartışmalar https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/159 <p style="font-weight: 400;">Sosyoloji bilimini sistematikleştiren Weber, toplumsal eylemin araştırılması sürecinde kullanılabilecek olan anlama yöntemini sosyolojiye kazandırmıştır. Pozitif bilimlerin metodolojilerinin sosyal bilimlere egemen olduğu dönemde Alman idealizminden de etkilenen Weber, William Dilthey’in fikirlerinden hareketle anlama yöntemini sosyolojik araştırmalara uygun hale getirmiştir. Araştırma üzerinde çok sayıda fikir ayrılıkları olan anlama yöntemini yaşanan tartışmalar temelinde analiz edip literatüre yeni bir bakış açısı kazandırması açısından önemlidir. Bu çalışmanın temel amacı anlama yöntemi üzerine literatürdeki analizlere değinerek anlama yöntemini sosyolojik açıdan daha anlaşılabilir kılmaya çalışmaktır. Araştırma literatür tarama yöntemine uygun olarak hazırlanmış Weberyen literatür taranarak genişletilmiştir. Bu çalışma, literatürün zenginliği nedeniyle Weber’in anlama yöntemini kullandığı birtakım eserlerle sınırlandırılmıştır. Araştırma için seçilen eserler “Protestan ahlakı ve kapitalizmin ruhu”, “Sosyal bilimler metodolojisi”, “Din sosyolojisi” olarak belirlenmiştir. Bu eserlerin seçilmesinin nedeni Weber’in anlama yöntemini kullandığı başlıca kaynaklar olarak sosyoloji literatüründe kabul edilmesidir. Araştırma sonucunda Weber’in anlama yöntemini direk gözlemsel ve açıklayıcı anlama olarak ikiye tipe ayırdığı bulgulanmıştır. Ek olarak, anlama yöntemi için temel iki tanım kullanılmıştır. Bu tanımlar, insan davranışlarının empatik analizi ve araştırmacının kendisini başkasının yerine koyarak çalışmalarına yön vermesi şeklinde yorumlanmıştır. Weber’in anlama yöntemini kullanmayı seçmesinin ana nedenlerini, pozitif bilimlerin hâkim olduğu bilimsel yöntemlere bir eleştiri getirip sosyal bilimlerin kendine ait araştırma yolunu oluşturma, yorumlayıcı ve gözleme dayalı araştırma yöntemini sosyolojiye kazandırma, Dilthey’in felsefi yaklaşımını bilimsel bir düzleme oturtma ve tarihsel araştırmaların toplumsal eylem açısından analizinde kullanılabilecek bir yöntem arayışında olması oluşturmaktadır. Son olarak, Weber anlama yöntemini belirli ideal tipler üzerinden kullanmış ve ideal tiplerin oluşturulmasında anlama yönteminin başlıca yol olarak seçmiştir. Sonuç olarak, anlama yönteminin sosyolojik çalışmalara bir yol çizmesi gerektiğine ek olarak anlama yönteminin sadece konunun akıl ile kavranmasını ifade etmediğine de ulaşılmıştır. Anlama yöntemi bu bakımdan çalışmacılara geniş bir yöntem yelpazesi sunarken pozitif bilimlerin sosyal bilimler üzerindeki etkisinin kırılması açısından da etkili olmuştur.</p> Doç. Dr. Ahmet Özalp Telif Hakkı (c) 2022 Doç. Dr. Ahmet Özalp https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/159 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Barış İnşası Çalışmalarının Din Sosyolojisi Bakış Açısından Değerlendirilmesi https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/232 <p style="font-weight: 400;">Barış inşası kavramı literatüre 1992’de dönemin BM genel başkanı Boutros Boutros-Ghali tarafından kaleme alınan ‘An Agenda for Peace’ raporuyla literatüre girmiştir. Kavram, klasik çatışma çözümü misyonlarına ek olarak uzun süreli olarak çatışmış tarafların ortak değerler üzerinden yeniden bir toplum inşa etmesinin kültür, eğitim, hukuk vb. boyutları ile sürdürülebilir barışın sağlanmasını kapsar. Bu bağlamda çalışmanın temel problemi, barış inşası kavramının din sosyolojisi bakış açısı ile değerlendirilmesidir. Sosyolojik olarak dinin boyutları ve dinden kaynaklı toplumsal gruplar barış inşası ve din ilişkisinde kesişim kümesidir. Bu yönüyle barışı yeniden tanımlayan, barışın aktörlerini çeşitlendiren, çözüm veya engel teşkil eden toplumsal olgu olarak din ve barış ilişkisinin ortaya konulması önem arz etmektedir. Şiddetin, çatışmanın ve barışın kaynağından, aktörlerinden bahsedilebilir. Burada aktör kavramı ile çatışan kişiler veya gruplar kastedilir. Bu yönüyle çatışma ve barış süreçlerine dair yapılacak bir araştırmanın kapsamı hem bireysel hem de toplumsal yönleri ihtiva eder. Bu çerçevede çalışmanın amacı din sosyolojisi biliminin barış ve din ilişkisi boyutuyla barış inşası çalışmalarına hangi katkıları sunabileceğini tartışmaktır. Sosyal bilimler bireye ve topluma dair sistematik incelemeler vasıtası ile aynı zamanda çatışmanın kaynağına dair görüşlerde ileri sürmektedirler. Din sosyolojisi bilimi ise dinin tanımı, dindarlığın boyutları, sekülerleşme, küreselleşme, toplumsal değişme vb. gibi toplumun ve dinin ilişkiye girdiği noktalarda gerçekleştirdiği araştırmalar ve ortaya koyduğu bulgularla barışın inşa edilmesinde dinin rolünü anlayıcı veya açıklayıcı çalışmalarla betimler. Din, bir öğretiler seti oluşu, maneviyatın kaynağını teşkil etmesi, davranışı oluşturan pratik yanı, zihniyet oluşturan söylem geliştirme boyutu ve ötekini belirleyen sınırları ile kişilerin toplumsal pratiklerinde başat bir rol üstlenmektedir. Bu çerçevede kişiler, gruplar, kurumlar arasında ve toplumsal süreçler içerisinde ortaya çıkan çatışma temelli ilişkilerde dinin rolü doğal olarak din sosyolojisi disiplininin araştırma sahasına girmektedir. Sosyolojinin bir alt disiplini olan din sosyolojisi bilimi özellikle modernleşme süreçlerinde meydana gelen yatay ve dikey toplumsal değişimi sadece işlevselci bir perspektifle ele almamakta, sistematik din sosyolojisinin yöntemini takip ederek bu süreçlerde dinin toplumsal çatışmalardaki rolünü de incelemektedir. Mikro düzeyde kişiler arası değer bazlı, orta düzeyde farklı dini grup, kurum aidiyetleri üzerinden ve makro seviyede ise uluslararası ve bölgesel silahlı çatışmalarda dinin rolünün anlaşılması çatışma araştırmalarında din sosyolojisinin misyonunun sınırları gün geçtikçe genişletmektedir. Çalışma, din sosyolojisi ve barış inşası ilişkisini nitel araştırma yöntemini takip ederek inceler. Barış inşası ve din ilişkisi ile ilgili literatürde yapılmış çalışmalar üzerinden değerlendirmeler gerçekleştirilecektir.</p> Arş. Gör. Mehmet Emin Sarıkaya (Doktora Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Arş. Gör. Mehmet Emin Sarıkaya (Doktora Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/232 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Erdemli Bireyin İnşası ve Özgecilik: Psikolojik Bir Değerlendirme https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/93 <p style="font-weight: 400;">Erdem, bireyin duygu ve davranışlarının bir örüntüsü; belli ve doğru bir biçimde hissetme, arzulama ve gerektiğinde eyleme geçme şeklinde tanımlanabilir. Erdem, düşünülmeden uygulanan alışkanlıktan ziyade, içinde bulunulan duruma uygun karşılığı akli ve vicdani bir yargıyla verebilmektir. Ahlak felsefesi bağlamında eylemlerin doğruluğu ya da yanlışlığı üzerine odaklanan “Kantçılar” ve “Sonuççular”ın aksine “Erdem Kuramcılar”ı karaktere odaklanmakta ve bireyin yaşamıyla bir bütün olarak ilgilenmektedirler. Erdem kuramcıları için asıl olan “Nasıl yaşamalıyım?” sorusudur ve buna verilmesi gereken yanıt, “Erdemlere sahip olmaya çalışarak” şeklinde olmalıdır. İslâm kültüründe erdemli bireyin ve toplumun inşasına çok önem verilir ve aslında İslam dininin temel gayesi de budur. Psikoloji ve onun bir dalı olan Din Psikolojisi literatüründe yapılan birçok çalışmada erdemli olmanın bireyin gelişimi ve kendini gerçekleştirme sürecinde önemli bir etken olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Doğal bir iyilik sonucu başkası için yaşamak, başkalarını kendine tercih etmek manasında kullanılan özgecilik (diğerkâmlık), kimilerince en büyük erdemlerden biri olarak kabul edilirken kimilerince de psikolojik bir dengesizlik hali olarak görülebilmektedir. Bunun sonucunda diğerkâmlık, sosyopsikolojik açıdan bazen sağlıklı bir ruh hali bazen de nevrotik bir davranış olarak değerlendirilebilmektedir. Gerçek özgeciler (samimi diğerkâmlar) bir tehlike anında kendisini başkaları için feda edebilen, bunu da hiçbir beklenti içerisinde olmaksızın yerine getiren kişilerdir. Gerçekten içten gelerek yapılan ve sağlıklı addedilen davranış biçimine, profesyonel asker olmadığı halde savaşlara katılıp vatan ve din sevgisinden dolayı şehit olmak örnek gösterilebilir. Aslında nevrotik bir davranış veya marazi bir durum olan ama özgecilik kisvesi altında tezahür eden bazı davranış biçimleri de vardır. Gizli bencillik, bazen özgecilik gibi algılanabilmektedir. Dünyevi menfaatin devamını sağlamak ve/veya statü elde etmek amacıyla, özgecilik gibi görünen eylemin arkasında bireyin kendi menfaatine odaklanma niyeti yatmaktadır. Bu çalışma nitel desenli bir araştırmadır. Veriler, insanların genelde erdem, özelde özgecilik (diğerkâmlık) anlayışı bağlamında analize tabi tutulmuştur. Erdemli birey ve dolayısıyla erdemli toplumun inşasında asıl olanın, söylem ve eylem tutarlılığına sahip olunması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Amaç, insanlara veya bilim insanlarına bir hatırlatmada bulunup onlara bir farkındalık kazandırabilmek ve bilhassa psikoterapi sürecinde hem danışana hem danışmana farklı bir bakış açısı sunabilmektir.</p> Dr. Süleyman Doğanay Telif Hakkı (c) 2022 Dr. Süleyman Doğanay https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/93 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Ortaokul Öğretmenlerinin Göçmen ve Sığınmacı Öğrencilerle Yaşadıkları İletişim Sorunları: Ankara Keçiören Örneği https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/69 <p style="font-weight: 400;">Göç; genel anlamda insanların dini, iktisadi, siyasal ve diğer nedenlerden kaynaklı insan toplulukları ve gruplarının tamamı ya da belirli bir bölümünün yaşadıkları yerden başka bir yere geçmesi suretiyle yaptıkları hareketlilik olarak ifade edilmektedir. Bireylerin kendi yaşadıkları ülkeden ayrılarak başka bir ülkeye ya da bölgeye geçici ya da kalıcı olarak ikamet etmek amacıyla gelenlere göçmen, mülteci olduğu iddiası doğrultusunda yaşadığı ülkeyi terk eden ancak mültecilik statüsü henüz sonuçlanmamış kişiye sığınmacı denilmektedir. Bu çalışmanın konusu farklı nedenlerden kaynaklı olarak bulundukları yerden göç ederek Türkiye’ye gelen göçmen ve sığınmacı ailelerin çocuklarının okul ortamında öğretmenlerle yaşadıkları sorunların belirlenmesidir. Türkiye’de göçmen eğitimi başlangıçta hem Suriye’den gelen hem de yerel öğretmenler bir arada çalışarak eğitim süreci yönlendirilmeye çalışmış daha sonra Geçici Eğitim Kampları azaltılarak göçmen öğrencilerin Türk eğitim sistemine entegrasyonu resmi eğitim kurumları aracılığıyla sağlanmaktadır. Bu çalışma ortaokul öğretmenlerinin göçmen ve sığınmacı öğrencilerle yaşadıkları sorunları tespit etmek amacıyla yapılmıştır. Göçmen ve sığınmacı çocuklarla yaşanan sorunların tespit edilmesi hem çocuklar hem de bu çocuklara verilen eğitimin kalitesi açısından oldukça önemlidir. Bu çalışmada nitel araştırma desenleri arasında yer alan durum çalışmasından faydalanılmıştır. Böylece ortaokul öğretmenlerinin göçmen ve sığınma öğrencilerle yaşandıkları iletişim sorunlarına ilişkin derinlemesine bilgi edinilmesi hedeflenmiştir<strong>.</strong> Araştırma için Ankara ilinde göçmen ve sığınmacı ailelerin sayısının fazla olduğu ve daha önce böyle bir çalışmanın yapılmadığı Keçiören ilçesi seçilmiştir. 2021-2022 eğitim öğretim yılında Ankara ili Keçiören ilçesinin farklı sosyo-ekonomik düzeye sahip mahallerinden seçilen ortaokullarda görev yapan 40 ortaokul öğretmeni araştırmanın çalışma grubunu oluşturmaktadır. Veri toplama aracı olarak yarı yapılandırılmış görüşme formu kullanılmıştır. Gazi Üniversitesi Etik Komisyonu Onayıyla ve MEB uygulama izni alınarak öğretmenlerin görüşleri alınmıştır. Elde edilen veriler Nitel araştırmalarda kullanılan içerik analizi yöntemi kullanılmıştır. Bu bağlamda çalışmaya katılan öğretmenlerin konuya ilişkin görüşlerine baktığımızda göçmen ve sığınmacı öğrencilerle iletişim önemli bir sorun olarak ifade edilmiştir. Araştırma sonucunda iletişim sorunuyla ilgili öğretmenlerin görüşleri şu şekilde tespit edilmiştir: İletişim kuramayan öğrencilerle tercüman yardımı ile iletişime geçtiklerini, dil sorunundan dolayı öğrencilerin ders esnasında yönerge ve talimatları doğru şekilde algılayamadıkları, öğrencilerin ortama uyum sağlayamadıkları ve derse aktif katılım konusunda zorlandıklarını belirtmişlerdir. Öğretmenler, öğrencilerin iletişim sorunlarından kaynaklanan olumsuzluklarla ilgili ise öğrencilerin sınıf ortamına uyum sağlayamadıklarını, derse olan katılımlarının eksik olduğunu ya da hiç olmadığını, öğrencilerin bulundukları ortamdan kendilerini soyutladıklarını, iletişim kuramayınca ders dışı şeylerle uğraştıklarını, okul terklerinin ve devamsızlıkların arttığını ve akademik başarılarının olumsuz etkilendiğini söylemişlerdir.</p> Zeynep Coşkun (Yüksek Lisans Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Zeynep Coşkun (Yüksek Lisans Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/69 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Alevî- Bektaşî Menâkıbnâmelerinde Renk Sembolizmi https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/193 <p style="font-weight: 400;">Tasavvuf literatüründe sûfîlerin hikmetli sözlerine ve faziletli davranışlarına yer veren, tarikat büyüklerinin kerametlerinin anlatılması amacıyla yazılan menâkıbnâmeler yazıldıkları dönemin ideolojisini, düşüncesini, inanç ve geleneklerini; toplumun sosyal, siyasi, dinî-tasavvufî yapısını; çağın tarihî olay ve şahsiyetlerini ihtiva etmesi yönüyle kültür ve edebiyat dünyamızın önemli kaynakları arasında yer almaktadır. Alevî-Bektaşî menâkıbnâmelerinde erenlerin kerametlerine yer verilmesi bu eserlerin sembolik motifler bakımından oldukça zengin olmasına sebep olmuştur. Bu çalışmada, Anadolu tasavvuf literatürünün önemli metinleri arasında yer alan ve Alevî-Bektaşî geleneğinin önemli yazma eserlerinden olan menâkıbnâmelerde bulunan sembolik unsurlar incelenmiştir. Başta Hacı Bektaşî Velî Velâyetnâmesi olmak üzere bu kültürü yansıtan Koyun Baba, Demir Baba, Seyyid Ali Sultan gibi velâyetnâmeler ve Abdal Musa, Hacım Sultan gibi menâkıbnâmelerde dağınık halde bulunan renk sembolleri ve farklı anlamlarda kullanılan renkli motifler konunun detaylı olarak incelenmesi ve karşılaştırma yapılması gerekliliğini ortaya koymuştur. İslam öncesi Türk inançlarından ve İslamiyet’ten etkilenen Alevî-Bektaşî geleneğinin kültürel yönden zenginliğinin ve canlılığının incelenerek renk sembolizmi üzerindeki etkisi bu çalışmanın amacını oluşturmuştur. Menâkıbnâmelerdeki renk unsurlarının sembolik anlamını çözümlemek bu çalışmanın hedefi durumundadır. Eski Türk inancı ve İslam dini ekseninde gelişen renk sembolizmine menâkıbnâmelerde sıkça rastlanmaktadır. Bu renkler, hem Alevî-Bektaşî kültürünü anlamada hem de bu kültürün oluşumunda Türk-İslam birlikteliğinin tahlili noktasında önemli bir alan oluşturmaktadır. Bu çalışmada, Alevî- Bektaşî menâkıbnâmelerinde geçen renkler ve bu renklerin olaylar ve durumlar karşısında ifade ettikleri anlamlar üzerinde durulmuştur. Bu çalışmada insan algısının en dikkat çekici unsuru olan renklerin, Alevî-Bektaşî menâkıbnâmelerinde bulunan inanç ve düşünceler ekseninde sembolleştirilmesi değerlendirilmiştir. Yapılan araştırmada Türkçe, Osmanlıca, Arapça ve İngilizce eserlerden yararlanılarak konuyla ilgili materyaller bulunmuş, tasnif yapılmış ve sembolik unsurlar arasında bağlantı kurularak elde edilen bilgiler konu başlıklarına uygun gelecek şekilde sıralanmıştır. Bu çalışmada kütüphane katalog taramaları, e kitap/arşiv, ansiklopedi incelemeleri, ilgili dergi ve internet makaleleri, kitaplar, tezler incelenmiş ve bu kaynakların bildiri konusuna uygunluğuna göre analiz yapılarak kullanılmıştır. Menâkıbnâmelerle ilgili pek çok çalışma yapılmıştır. Fakat menâkıbnâmelerdeki renk sembolleri ve bu sembollerin anlamsal arka planı ile ilgili doğrudan bir çalışma yapılmamıştır. Bu sebeple çalışmada menâkıbnâmelerde geçen her bir motif incelenerek bu motiflerin sembolik anlamları hakkında eski Türk inancı ve İslam ekseninde karşılaştırmalı bilgiler verilerek değerlendirilmeler yapılmaya çalışılmıştır. Aynı zamanda dönemin tarihsel, sosyo-politik ve psikolojik arka planı hakkında bilgiler verilmiş ve menâkıbnâme yazma geleneği daha anlaşılır bir zemine oturtulmaya çalışılmıştır.</p> Sümeyye Yurduseven (Yüksek Lisans Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Sümeyye Yurduseven (Yüksek Lisans Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/193 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Türkçe Fütüvvetnâmelerde Kâmil İnsan Anlayışı https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/250 <p style="font-weight: 400;">İslam kültür ve medeniyetinin sonraki nesillere taşınmasında dinî-tasavvufî kurumların katkısı tartışılmaz bir gerçektir. İslam kültüründe çok önemli bir yere sahip kurumlardan biri de Fütüvvet Teşkilatıdır. Bu teşkilatın Anadolu’daki yansıması olan Ahîliğin kurallarının belirtildiği risaleler fütüvvetnâmelerdir. Tasavvufî kaynaklar arasında değerlendirilen fütüvvetnâmeler, aynı zamanda ahîliğin temel prensiplerinin kaynağını oluşturmaktadır. Dönemin ilmî geleneği gereği Arapça ve Farsça yazılan fütüvvetnâmeler daha sonra her kesim tarafından anlaşılabilir olması dolayısıyla Türkçe olarak kaleme alınmışlardır. 13-16. asırlarda Burgazî, Şeyh Seyyid Hüseyin İbn Gaybî ve Radavî gibi Türkçe olarak yazılan ve Ahî Teşkilatı çevresinde kaleme alınan fütüvvetnâmelerin dışında tercüme edilenler de bulunmaktadır. İstinsah edilerek günümüze kadar ulaşan Türkçe fütüvvetnâmelerde, Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmış ve O’nun sıfatlarıyla muttasıf olmuş bir birey yani insân-ı kâmil yetiştirme ideali yer almaktadır. Bu bağlamda Türkçe fütüvvetnâmelerde yer alan kâmil insan anlayışı incelenmiş, Ahîliğin eğitim sistemi dinî-tasavvufî, ahlâki ve meslekî yönleriyle ele alınmıştır. Tasavvuf anlayışında insân-ı kâmil Hakk ile halk arasında aracı konumundadır. Gerçek insân-ı kâmil, Hz. Peygamber’dir. Onun vârisi olan insân-ı kâmil ise bilgelik, merhamet, cömertlik, isâr, ahde vefâ, sevgi ve hoşgörü gibi tüm iyiliklerin bir sembolü olarak Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmış olması dolayısıyla ahlâkî kemâle sahip olan kişidir. Sûfilere göre insân-ı kâmil, mükemmelliğin ve tamlığın son sınırındaki insanî nefistir. Tasavvufî içeriğiyle dikkat çeken ve ahîliğin el kitapları olan Türkçe fütüvvetnâmelerde de resmedilen bu dinî-tasavvufi ve ahlâkî düşünce tarzının incelenmesi çalışmanın amacını oluşturmaktadır. Bu amaçla yapılan araştırmada fütüvvetnâmelerde yer alan fütüvvet ehlinin adâb-erkânı, ahlâkı ve meslek eğitimi prototip kişilik kâmil insan çerçevesinde ele alınmıştır. Nitel yöntemin uygulandığı çalışmada, Burgazî, Şeyh Seyyid Hüseyin İbn Gaybî ve Radavî Fütüvvetnâmeleri başta olmak üzere araştırmacılar tarafından neşredilen Türkçe Fütüvvetnâmelerden ve bu alanda yapılmış basılı kaynaklardan yararlanılmıştır. Yapılan araştırma sonucunda fütüvvet, Allah’ın sıfatıdır ve Hz. Âdem’den diğer peygamberlere geçerek Hz. Muhammed’de kemâle ermiştir. Peygamberlere özgü ahlâkî olgunluğun ve kemâle ermenin bir adı olan fütüvvetin, Kur’ân-ı Kerîm’de kıssaları geçen peygamberlere ve hadislere dayandırılarak âdab ve erkânı oluşturulmuştur. Ayrıca Hz. Âdem’den Hz. Peygamber’e kadar her peygamberin bir mesleği olduğu vurgulanmış, helal kazanç için meslek edinmek zorunlu tutulmuştur. Peygamberlerin mânevi şahsiyetinde gençler eğitime tabi tutulurken, Hz. Ali de Hz. Peygamber’den sonra bu ahlâki kemâlin temsilcisi olarak kıssalarla Türkçe fütüvvetnâmelerde yer almış, gençlerin eğitiminde kemâle ermeleri için örnek kişilik olarak öne çıkarılmıştır.</p> Hatice Pehlivanlı (Yüksek Lisans Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Hatice Pehlivanlı (Yüksek Lisans Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/250 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 1985-2022 Yılları Arasında Yapılan 21 Tez Çalışmasında İbnü’l-Arabî’nin İnterdisipliner Açıdan İncelenmesi https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/205 <p style="font-weight: 400;">1985-2022 yılları arasında 21 tez çalışmasında İbnü’l-Arabî ile ilgili olanlar tespit edilip incelenmiştir. Pek çok disiplinin bu konuda çeşitli çalışmalar yaptığı ancak diğer disiplinleri de kapsayacak şekilde bütüncül yaklaşımları eksik bıraktığı veya dâhil etmediği saptanmıştır. Bu çalışma bahsedilen açığın kapatılmasına katkı sağlamak üzere şekillendirilmiştir. İbnü’l-Arabî’nin çok sayıda bilim ve anabilim dalında farklı yönleriyle ele alındığına vurgu yapılmıştır. Bu yönler belirli bir usul takip edilerek gündeme getirilmeye çalışılmıştır. Tespitler doğrultusunda İbnü’l-Arabî bağlamında yapılan çalışmalar temel İslam bilimleri, felsefe ve din bilimleri gibi bölümlerle sınırlı kalmamış ilahiyat fakültelerinin hemen her bölümü ve anabilim dalına yayılmıştır. İlaveten sosyoloji ve antropoloji, sahne sanatları ile kamu yönetimi gibi ilahiyat haricindeki bilim dallarında çok farklı yönleriyle incelendiği tespit edilmiştir. Bu anlamda çalışmayı diğerlerinden ayıran en belirgin özellik İslam dünyasının tarih boyunca yetiştirdiği en önemli şahsiyetlerden olan İbnü’l-Arabî’ye daha genel çerçeveden bakabilme olanağı sağlayacak olması ve interdisipliner yönünün ortaya çıkarılmasıdır. Çalışmada Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı, Tez Merkezi’ndeki verilerden istifade edilmiştir. Belirtilen yıllar arasında on bir yüksek lisans ve on doktora tezine odaklanılmıştır. Her bir çalışmanın farklı konular, farklı bilim ve anabilim dallarından olmasına içeriklerinin İbnü’l-Arabî penceresinden oluşturulmasına ve bütüncül yelpazeye katkı sağlamasına çalışılmıştır. Elde edilen sonuçlar bilim ve anabilim dalları merkeze alınarak tasnif edilip sunuma hazır hale getirilmiştir. Burada oluşturulmaya çalışılan düşünce Mevlana’nın Mesnevî’sindeki fil hikâyesi minvalindedir. Her bir araştırmanın bilim dünyasına katkı sağladığının altı çizilmiş fakat bütün ortaya konulamadığından İbnü’l-Arabî için “o” diyebilmenin de imkânı sorgulanmıştır. Sonuç olarak bu çalışma yapılan tezlerden istifade edilerek bütüncül bir bakış açısıyla İbnü’l-Arabî’ye farklı bir yönden ışık tutmuştur. Ülkemizde interdisipliner bakış açısıyla gündeme getirilebilecek sayısız konuya vurgu yapılmıştır. İbnü’l-Arabî’nin ortaya koyduğu “vahdet-i vücud” kavramı kamu yönetimi anabilim dalında ele alınıp “devlet” kavramının anlaşılmasına ve anlamlandırılmasına yönelik bir çalışmaya konu olmuştur. Bunun gibi pek çok kavramın alakasız gibi görülen disiplinlerde çok farklı roller ortaya koyabileceğinin altı çizilmiştir. Nitekim İslam medeniyetinin oluşması ve ürün vermeye başlamasında, Avrupa’nın Rönesans ve Aydınlanma dönemine girmesinde farklı bilimlerin bir konu üzerinde durabilmeleri, eldeki bilgileri bütüncül okuyabilmeleri ciddi katkılar sağlamıştır. Bu bağlamda kavramların ve şahsiyetlerin, bilimsel metotlar eşliğinde keşfedilme, anlaşılma ve açıklanmasını sağlayan çalışmaların desteklenmesinin önem arz ettiği düşünülmektedir.</p> Hamza Köşker (Yüksek Lisans Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Hamza Köşker (Yüksek Lisans Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/205 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Tüsterî Tefsirindeki Tasavvufî Yorumların Baklî ve Bursevî Tefsirleriyle Mukayeseli Bir Analizi https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/56 <p style="font-weight: 400;">Bu çalışmada, Sehl b. Abdullah Tüsterî’nin (öl. 283/896) <em>Tefsîrü’l-Kur’âni’l-azîm</em> isimli tefsirindeki tasavvufî yorumların, Rûzbihân Baklî’nin (öl. 606/1209) <em>Arâ’isü’l-beyân fî hakâ’iki’l-Kur’ân</em> ve İsmail Hakkı Bursevî’nin (öl. 1137/1725) <em>Rûhu’l-beyân</em> tefsirleriyle karşılaştırılması konu edildi. Çalışmanın sınırlandırılması, Tüsterî’nin tefsirinde yer alan tasavvuf ilminin konusu olan kavramlar üzerinden yapıldı. Bu bağlamda öncelikle Tüsterî’nin nûr-i Muhammedî, tevbe, takva, tevekkül, şükür, ihlas, îsar, muhabbet, huşû, dua, fakr ve sekr gibi kavramları temellendirdiği âyetler tespit edildi. Daha sonra Tüsterî’nin bu âyetlere getirmiş olduğu tasavvufî yorumları, Baklî ve Bursevî tefsirleriyle mukayeseli olarak analiz edildi. Tasavvufî içerikli bu tefsirler hakkında daha önce yapılan çalışmalar mevcut olmakla birlikte üçünün mukayese edildiği bir çalışma tarafımızdan tespit edilemedi. Bu çalışma, söz konusu üç tasavvufî tefsiri, ilk defa karşılaştırmalı bir şekilde ele alması yönüyle özgünlük taşımaktadır. Bu araştırma, görüşleri tasavvufî tefsir açısından önemli olan bu sûfî müfessirlerin Kur’ân kaynaklı tasavvuf anlayışlarını konu edinmesi açısından önem taşımaktadır. Ayrıca irfânî bir düşünceyle yazılmış bu tefsirleri incelemenin, tutarlı tasavvufî yorumlar ile keyfi tasavvufî yorumları birbirlerinden ayırt etme noktasında yardımcı olacağı düşünülmektedir. Bu çalışmanın temel amacı tasavvuf ilminde önemli olan nûr-i Muhammedî, tevbe, takvâ, tevekkül, şükür, ihlas, îsar, muhabbet, huşû, dua, fakr ve sekr gibi kavramların Tüsterî tefsirinde hangi âyetlerle ilişkilendirildiğini tespit edebilmektir. Daha sonra bu kavramlara bağlı olarak tespit edilen ayetlerin Tüsterî, Baklî ve Bursevî’nin nazarında hangi kuramsal çerçevede yorumlandığını ortaya koyabilmektir. Sûfî müfessirlerin Kur’ân’ı anlamaya, açıklamaya ve yorumlamaya olan özgün katkılarını da örneklerle sunabilmektir. Ayrıca tasavvuf tarihinde zühd, tasavvuf, tarikatlar şeklinde ayrılan üç dönemi, tefsirler üzerinden görebilmektir. Zira Tüsterî; zühd, Baklî tasavvuf ve Bursevî ise tarikatlar döneminde yaşamış sûfî müfessirlerden kabul edilmektedir. Bu çalışmada nitel araştırma yöntemlerinden doküman analizi kullanıldı. Öncekle Tüsterî’nin tefsirinde kavramlar bazında belirlenen âyetler öncelikle kendi içinde analiz edildi. Sonrasında Baklî ve Bursevî tefsirlerine bakılarak mukayese edildi. Çalışma neticesinde Tüsterî’nin tasavvufî yorumlarının, Baklî ve Bursevî tefsirlerine doğrudan etkisi olduğu tespit edilmiştir. Özellikle onun, Baklî tefsiri üzerinde daha fazla etkisinin olduğu müşahede edilmiştir. Ayrıca üç müellifin yorumlarında yaşadıkları dönemin tasavvuf anlayışlarını yansıttıkları anlaşılmıştır. Bunların yanı sıra tahallukî (ahlâkî) kavramlara dair tasavvufî yorumlarda bariz ayrışmalar olmadığı fakat tahakkukî (bilgi, mârifet) veya tasavvufun metafizik boyutunu ilgilendiren meselelerde farklılıkların olduğu tespit edilmiştir.</p> Dr. Eyüp İnce Telif Hakkı (c) 2022 Dr. Eyüp İnce https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/56 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Tasavvuf Alanı Lisansüstü Araştırmalarına Yönelik Uygulamaya Dönük Bilgiler ve Tecrübe Aktarımı https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/67 <p>Türkiye’de tasavvuf alanında lisansüstü öğrenimine yönelik her geçen gün ilgi artmaktadır. Lisansüstü eğitim-öğretiminin başarıyla tamamlanmasının şartlarından biri o alanda bir danışman eşliğinde tez çalışması hazırlanması ve bilim kurulu önünde savunulmasıdır. Savunması yapılacak tezin belli bir yöntem kullanılarak hazırlanmış olması ve araştırma-yazım etiğine riayet edilerek kaleme alınması gereklidir. Lisansüstü öğrencilerinin ve danışmanlarının ilgili bilim alanlarına katkı sağlamak adına sarf ettikleri emeklerden gerekli neticelerin elde edilebilmesi için takip edilmesi gereken genel kabul görmüş araştırma yöntemleri ve akademik yazım stilleri bulunmaktadır. Bu çalışmayla, İslam araştırmalarının bir alt disiplini olan tasavvuf bilim dalı merkeze alınarak, bu alanda akademik çalışma yapmak isteyen genç araştırmacılara tecrübe aktarımına imkân sağlaması ve mümkün olabildiğince rehberlik yapılması amaçlanmıştır. Bu metin hazırlanırken 2022 yılı öncesinde akademik araştırma ve yazıma dair yayımlanmış çalışmalar tespit edilmiş ve imkân nispetinde ulaşılabilenler incelenerek bunlardan yararlanılmıştır. Ayrıca lisansüstü öğrenime başlamamızdan bugüne edindiğimiz tecrübe, bu alanda ileri gelen hocalarımızdan gözlemleyerek ve dinleyerek edindiğimiz bilgi birikimi ve kaleme alınmış hatırat eserleri de bu çalışmaya kaynak oluşturmuştur. Çalışmanın sonunda bu alanda akademik araştırma yapacaklara yönelik genel bir değerlendirmede bulunulmuş, ayrıca bazı teklif ve temennilere yer verilmiştir.</p> Prof. Dr. Ömer Yılmaz Telif Hakkı (c) 2022 Prof. Dr. Ömer Yılmaz https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/67 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Osmanlı Arşiv Vesikalarında Muzır Musiki Kavramı https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/169 <p style="font-weight: 400;">Musiki ile ilgili ilk eserleri meydana getiren Mısır, Grek/Yunan filozofları ve Farabî, İbn-i Sina, Safiyyüddin Urmevî, Abdulkadir Merağî gibi sistemci okul musikicileri çeşitli sınıflandırmalar yaparak bir sistem oluşturmaya çalışmışlardır. Bu alimlerin eserlerinde yaptıkları sınıflandırmalar “sesin oluşumu” ile başlamış zamanla farklı kavramlarla devam etmiştir. Daha sonra geleneksel Türk musikisi, sanat musikisi, halk müziği, dini musiki, din dışı musiki gibi birçok ayrım, gruplandırma, sınıflandırma musikinin kendi içerisindeki sınırlarını belirlemiştir. Bildirimizde musiki tarihinde yer alan fakat bu zamana kadar musiki alanında yapılmış olan sınıflandırmaların dışında kalan “muzır musiki” kavramını inceledik. Çalışmamızda nitel veri analizi yöntemi kullandık. Muzır şarkı kavramının kullanıldığı Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivleri Daire Başkanlığı'nda yapmış olduğumuz katalog taramalarında ulaştığımız 1892-1909 yılları arasında Sultan V. Murad Han’ın (1840-1904), II. Abdulhamid’in (1842-1918), Sultan V. Mehmet Reşat’ın (1844-1918) saltanat dönemlerine ait dini, etnik, ahlaki ve siyasi nedenlerle muzır kategorisine alınanlar ve 1908-1914 yılları arasında Ali Seydi tarafından yayımlanan Resimli Kamus-u Osmanî’de yasaklı olan bazı kavramları içerdiği için muzır olarak görülen şarkılar olmak üzere farklı konularda kırk adet belgeyi inceleyerek belgelerde geçen olayların nedenlerini analiz ettik. Bildirimizde şu sorulara cevap vermeye çalıştık: “Muzır Musiki/şarkı” kavramının kullanıldığı dönemde ne kastedilmektedir? Muzır Musiki/şarkı ve Muzır olmayan Musiki/şarkı gibi bir sınıflandırma Musiki literatüründe yer almış mıdır? Muzır şarkılara uygulanan kısıtlamalardaki kriterler nelerdir? Siyasi, dini, etnik ve ahlaki nedenlerle mi uygulanmıştır? Muzır şarkı nitelemesi farklı alanlarda yapılan kısıtlamaların neticesi olarak mı yapılmıştır? Muzır Musiki/şarkı ile ilgilenen Osmanlı tebaası belirli bir etnik yapı ya da dini gruplardan müteşekkil midir? Devlet bu şarkıları neden yasaklama gereği duymuştur? Neden icra edenleri sürekli kontrol altında tutup, takip etmiştir? Bildirimizde temel amacımız; muzır musiki kavramını oluşturan ve bu nedenle yapılan yasaklamaların oluşumuna etki eden temel alt dinamikleri keşfetmektir. Bu kapsamda ahlaki, dini gerekçelerle yapılan yasaklamalarla birlikte dönemin siyasi atmosferinin yasaklar üzerinde belirgin olan etkisi örnek olaylarla ortaya konulmaya çalışılmıştır. Diğer bir amacımız ise; belgelerde incelediğimiz olaylar ışığında ‘Muzır musiki’ kavramının musiki alanında yapılan kategorizasyonlarda yer almasının gerekçeleriyle savunulması olmuştur. Yaptığımız incelemeler ve analizler sonucunda muzır musiki kavramının dini, ahlaki ve etnik nedenlerden daha çok siyasi içerikli olduğuna ve muzır musiki kavramının musiki kategorileri içerisinde olması gereken bir kavram olduğu sonucuna vardık.</p> Dr. İrfan Yiğit Telif Hakkı (c) 2022 Dr. İrfan Yiğit https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/169 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 20. Yüzyıldan Günümüze Türkiye Sanat Tarihinde Oryantalizm Çalışmaları https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/235 <p style="font-weight: 400;">Bu çalışma, Türkiye kültürünü, sanatını, görsel algısını ve bunların dış dünyada algılanışını biçimlendiren öğelerden oryantalizmin sanat tarihi alanındaki karşılığını değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Oryantalizm, 19. yüzyıldan 20. yüzyılın son çeyreğine kadar tüm modern dönem boyunca Batı – Doğu ilişkilerinin ana belirleyicilerindendir. Araç ve yöntemler değişse de günümüzde de bu olgu varlığını, etkisini sürdürmektedir. Siyasal, ekonomik boyut ön planda görünmekle birlikte, devletler ve devlet kurumlarından önce toplumların, inançların, kültürlerin, insanların algılanışında, dolayısıyla fiili ilişkilerde, sivil alanda “hegemonya” inşası kültürle, sanatla gerçekleşmektedir. Oryantalizmin resimden edebiyata, seyahatnamelere, müzikten tiyatroya sanatsal üretimle doğup gelişmesi, bunun göstergesidir. Kaldı ki oryantalizm kavramı, 19. yüzyıl başlarında Fransız ve İngiliz sanatçıların “doğu” resimlerinin adı olarak doğmuştur. Bu süreçte Batı – Doğu ilişkisi, dolayısıyla da oryantalist pratik, yoğunlukla Osmanlı ve Osmanlı coğrafyasına odaklanmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nda güzel sanatlar eğitiminin ve müzeciliğin öncüsü Osman Hamdi Bey, sanatçı, eğitimci ve kültür yöneticisi olarak yine oryantalist tarz içinde yetişmiştir. Tüm bunlara rağmen, Türkiye’de sanat tarihi alanında oryantalizm çalışmaları hayli geç; ancak 20. yüzyıl sonlarında ortaya çıkmıştır. Semra Germaner – Zeynep İnankurimzasını taşıyan Oryantalizm ve Türkiye (1989) kitap oylumundaki ilk çalışmadır. Geride kalan 30 yılda konuya ilişkin akademik nitelikli kitap sayısı henüz 10 dolayındadır. Akademik araştırmalar, tezler, yayınlar, sempozyum, konferans, panel gibi çalışmalar, oryantalizm temalı sergiler eşliğinde, 2000’lerde yoğunluk kazanmıştır. Tamamı 2000’li yıllarda düzenlenen konuya ilişkin bilimsel nitelikli sempozyum – panel sayısı da yine 10’un altındadır. Bu toplantılar çoğunlukla müze ve diğer sanat kurumlarının büyük koleksiyon sergileriyle birlikte gerçekleştirilmiştir. Ne var ki, sanatçı, yapıt, sergi incelemeleri gibi spesifik olgular dışında Türkiye sanat tarihi yazımı ve çalışmalarında oryantalizmi konu edinen toplu bir araştırma yapılmamıştır. Çalışmamız bu alanda niceliksel ve niteliksel kritik envantere yönelik ilk adım olmaya adaydır. Cumhuriyet dönemi ülkemiz plastik sanatlarında (resim, mimarlık, heykel, hat, tezhip, minyatür) oryantalizm izlerini sürmek, teorik yönden oryantalizm ve sanat tarihi ilişkisini tartışmayı getirecektir. Sergi, konferans, sempozyum gibi etkinlikleri, akademik araştırma, tez ve yayınları kapsayan yazılı, görsel, dijital kaynak, arşiv taraması, dikkat çekici bir gerçeği ortaya koymaktadır: Türkiye’de kültür ve sanatın uzun dönem ana belirleyicilerinden oryantalizmin sanat tarihi çalışmalarına konu edilmesi, resim piyasasının, koleksiyonculuğun gelişmesiyle, özel müzelerin doğuşuyla, uluslararası müzayedeler, sergilerin yaygınlaşmasıyla paralellik göstermektedir. <em> </em></p> Dr. Zeki Coşkun Telif Hakkı (c) 2022 Dr. Zeki Coşkun https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/235 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Efemerada Ebediyetin Temsili: Osmanlı Dönemi Kartpostallarında Mezarlık ve Türbeler https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/145 <p style="font-weight: 400;">Bu araştırma Osmanlı döneminde basılmış olan kartpostallar üzerinden imparatorluğun farklı coğrafyalarında bulunan mezarlık, hazire ve türbeler ile bunlara bağlı olarak gelişen kültürün görsel yansımalarını konu edinmektedir. İmparatorluğun görselleştir(il)me birikimine minyatür, gravür, resim ve fotoğraf ile birlikte en önemli katkıyı sağlayan malzemelerin başında kartpostallar gelmektedir. 19. yüzyılın son çeyreğinde özellikle fotoğraf ve baskı tekniklerindeki gelişmelerin de etkisiyle kartpostallar Osmanlı dâhil bütün dünyada yaygınlık kazanmaya başlar. Kartpostallar bir buçuk asırlık geçmişinde bir iletişim aracı olmanın ötesinde farklı işlevlere sahip olur. Gerek kullanım amacının çeşitliği gerekse üzerinde barındırdığı yazı ve görseller sebebiyle kartpostallar zaman içerisinde kaynak değeri taşıyan belgeler haline gelir. Kartpostalların kaynak değerinin anlaşılması sonucu önce müzeler, kütüphaneler, arşivler ve koleksiyonerler tarafından biriktirilmeye sonrasında ise akademik çalışmalara konu olmaya başlarlar. Ülkemizde de özellikle son 20-30 yıl içerisinde kartpostallar üzerine kitap, makale ve tezlerden oluşan bir literatür meydana gelmiştir. Bu çalışmalar genellikle yerleşim yerleri (İstanbul, Kudüs, İzmir, Selanik, Beykoz, Fatih.), savaşlar (Balkan Savaşı, Çanakkale Savaşı), siyasi olaylar (Meşrutiyet), azınlıklar (Yahudiler, Ermeniler), kartpostal editörleri, mimari yapılar ve kadınlar gibi konulara odaklanır. Bizim araştırmamız ise çok farklı okumalara imkân veren kartpostalları mezar ve ölüm kültürü yönünden ele alarak Osmanlı dönemi mezarlıklarının görsel tarihine yeni bilgiler sunması açısından önem taşımaktadır. Araştırmamız efemera türlerinden biri olan kartpostalların tarih ve sanat tarihi gibi konularda belge niteliğiyle sağlayacakları katkılara işaret etmeyi amaçlamaktadır. Çünkü kartpostallar günlük yaşam, doğal felaketler, savaşlar, siyasi olaylar, çatışmalar, resmi, milli ve dini törenler gibi çok farklı konuları kitlelere iletmektedir. Ayrıca dönemin panoraması, silüeti, mimarisi, insanları, meslekleri, giyim kuşamı ve ulaşım vasıtaları hakkında zengin bir içerik sunar. Mezarlıklar, hazireler, şehitlikler ve türbeler de Osmanlı döneminde önemli sayıda kartpostalda yer alan temalardan biri olarak karşımıza çıkar. Araştırmamızın amaçlarından bir diğeri kartpostallardaki mezarlık ve ölüm kültürü etrafında şekillenen görsel birikimi ortaya çıkarmaktır. Araştırmamızda Osmanlı döneminde basılmış mezarlık ve türbe temasına sahip 350 civarı kartpostal orijinallerinden incelenmiştir. Yapılan araştırma sonucunda kartpostallarda birçok şehrin mezarlık ve türbelerine yer verilmesine rağmen özellikle İstanbul, Bursa, İzmir ve Selanik’in sayıca fazla olduğu görülmektedir. Kartpostallar gerek yurt içinde gerekse yurt dışında (Alamanya, Fransa) basılmıştır. Editörler genelde azınlıktan (Rum, Ermeni, Yahudi) veya yabancılardandır. Günümüze ulaşmayan bazı mezarlık ve türbelerin görsellerine sahiptirler. Sadece Müslüman mezarlıkları değil Hristiyan ve Yahudi mezarlıkları hatta savaş ve işgal dönemlerinde ülkemize defnedilen yabancı askerlerin mezarlıklarının görselleri de kartpostallarda kullanılmıştır. Mezarlık kartpostalları bir iletişim aracı olması yanında propagandist ve oryantalist yaklaşımlara da hizmet etmiştir. Mezar kültürü açısından ise cenaze törenleri, mezarlık ziyaretleri, adak kesimi ve günlük hayattan kesitler içerdikleri tespit edilmiştir.</p> Dr. Mustafa Sürün Telif Hakkı (c) 2022 Dr. Mustafa Sürün https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/145 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 İlahiyat Alanında Yurt Dışında Lisansüstü Eğitim: ABD ve İngiltere Örneği https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/63 <p style="font-weight: 400;">Günümüze kadar ulaşan tapınak ve sunak kalıntılarından anlaşıldığı üzere binlerce yıllık şehirlerde ve medeniyetlerde din, insan hayatının merkezindeydi. Bugün de aynı şekilde din, toplumların rotasını, devletlerin politikasını, insanlar arasındaki ilişkinin seyrini az veya çok etkileyen bir unsurdur. En seküler görünümlü toplumlarda bile din hukukun, eğitimin, sosyal politikaların hatta sağlık hizmetlerinin çerçevesi içerisinde tartışılmaktadır. Laikliğin ana yurdu Fransa’nın laikliği bile vaftiz edilmiş laiklik olarak nitelenirken dinin öneminin ihmal edilmesi imkânsızdır. Bu nedenle sosyal bilimler alanının en önemli ve kadim disiplinlerinden birisi din çalışmalarıdır, demek son derece isabetli olacaktır. Dinlerin kaynağının, tarihinin, içeriğinin, sınırlarının, insanlar ve toplumlar üzerindeki etkisinin ne olduğunu araştırmak ve bulguları, bilgileri insanlarla paylaşmak din çalışmalarının odağıdır. Bununla beraber din olgusu farklı yönlerine temas edilmek suretiyle farklı din çalışmaları disiplinlerince ele alınmaktadır. Bir dinin içeriğinin tespit edilmesi bir çeşit din çalışması metodunu gerektirirken aynı dinin insan üzerindeki etkisinin tespit edilmesi ise başka bir metodu gerekli kılmaktadır. Müstakil bir dinden bağımsız olarak din olgusunun mahiyeti tespit edilecekse de daha farklı bir metoda başvurmak gerekmektedir. Dinin farklı yönlerden ele alınma zorunluluğunun bir sonucu olarak din çalışmalarında çeşitli metotlar ortaya konulmuştur. Günümüzde eğitim alanında öncü olan ülkelerde birçok alanda olduğu gibi din çalışmaları alanında da metot farkı gözetilmiş ve ciddiye alınmıştır. Din çalışmaları yapan kurumlar bu farklılıklara istinaden farklı isimlendirilmiştir. Batı’yı esas aldığımızda bu isimleri Religious Studies, Theology, Divinity Schools, Seminaries ve Biblical Studies/Collages şeklinde sıralayabiliriz. Ülkemizde ise din çalışmaları İlahiyat Fakültesi, İslamî İlimler Fakültesi, Dinî Yüksek İhtisas ve Eğitim Merkezleri gibi isimler altında yapılmaktadır. Bu isimlendirmelerin en ideal şekliyle metot farklarına dayanması beklenmektedir. Böylece her kurumun din çalışmalarındaki sınırı ve sunduğu hizmetin niteliği netleşmiş olacaktır. Bu tebliğde ilk olarak Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere örneği üzerinden din alanında sunulan lisansüstü eğitim hakkında metot ve içeriğe dair bilgiler verilecektir. İkinci olarak ülkemizdeki mezkûr kurumlarla kısa bir karşılaştırması yapılacaktır. Böylece bu tebliğ ile hem yurt dışında ilahiyat alanında lisansüstü eğitim almak isteyenlere fayda sağlamak hem de ülkemizin ilahiyat eğitiminin mevcut durumuna dair bilgi sahibi olmak isteyenlerin karşılaştırmalı bir şekilde meseleye yaklaşmasına imkân sağlamak hedeflenmektedir. </p> Doç. Dr. Emrah Kaya Telif Hakkı (c) 2022 Doç. Dr. Emrah Kaya https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/63 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 İlahiyat Alanında Yurt Dışında Lisans ve Lisansüstü Eğitim: Almanya Örneği https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/156 <p>İslâm İlahiyatı alanında üniversite düzeyinde ilmî çalışmaların yapıldığı lisans ve lisansüstü eğitimin verildiği Batı ülkelerinden biri Almanya’dır. Almanya, ev sahipliği yaptığı beş milyondan fazla Müslüman nüfusu ve İslâm’a ilişkin oryantalistik çalışmalarda hayli köklü bir geleneğe sahip olması sebebiyle ayrı bir dikkati hak etmektedir. Buna ilaveten Türkiye’den 1960’larda başlayan iş göçü nedeniyle Türk asıllı Müslüman nüfusu ve 2010 tarihli Bilim Konseyi’nin tavsiye kararı ve Federal Eğitim ve Araştırma Bakanlığı’nın finansal desteği ile açılan İslâm İlahiyat Merkezleri, tebliğimizde Almanya örnekliğini öne çıkarmaktadır. Almanya’da üç şekilde yapılanan bir İslâm İlahiyat eğitiminden bahsetmek mümkündür. İlki 1477 yılı gibi erken bir dönemde Tübingen Eberhard Karls Üniversitesi’nde Hristiyan teleolojisi bölümünün bir yan disiplini şeklinde kurulmuş bulunan Şark Enstitüsü yapılanmalarıdır. Oryantalist bakış açısı ile çalışmalar yapan Şarkiyat bölümleri yanında bugün 20’nin üzerinde üniversitede var olan “İslâm Bilimleri/Islamwissenschaft” bölümleri ve 2000’li yılların başında açılmaya başlayan hâlihazırda sayısı 7’yi bulan “İslâm İlahiyat Enstitüleri/Merkezleri” de üçüncü bir yapıdır. Tebliğimizde oryantalist bakış açısı ile şekillenen Şarkiyat bölümleri yerine İslâm Bilimleri bölümleri ve öncelikli olarak İslâm din dersi öğretmenleri ve din görevlisi yetiştirme amacı ile kurulan İslâm İlahiyatları üzerinde durulacaktır. İslâm Bilimleri, İslâmî Din Öğretimi, İslâmî Çalışmalar, İslâmî-dinî Çalışmalar, İslâmî Şark Çalışmaları, Asya Çalışmaları, Arap Çalışmaları, İran Çalışmaları, Türk Tarihi Çalışmaları, İslâm Dünyasının Dilleri ve Kültürleri, Dinî Bilimler şeklinde isimler alan farklı üniversite ve Yüksekokullarda lisans ve yüksek lisans programları bulunmaktadır. Ayrıca Modern İslâm Dünyası, Modern Çağda İslâm Dünyası, Arap-İslâm-Sami Çalışmaları, İslâm Dünyasının Çeşitliliği isimlerinde de yüksek lisans programları bulunmaktadır. Kuruluş amaçları, misyon ve müfredatlarına uygun olarak söz konusu fakültelerin İslâm İlahiyatına farklı katkılarının bulunacağı ve Türkiye’deki İlahiyat/İslâmî İlimler Fakülteleri ile karşılıklı ilişkilerinin olması gerektiği kabul edilmelidir. Tebliğimizde Almanya’daki İlahiyat eğitiminin İslâm Bilimleri ve İlahiyat Fakülteleri arasındaki farklar da dikkate alınarak Türkiye’deki İlahiyat eğitimine katkısı bağlamında ele alınması hedeflenmektedir. Akademisyen ve öğrencilerinin Müslüman olma şartının bulunmadığı İslâm Bilimleri Bölümlerine karşın İslâm İlahiyat Merkezleri din görevlisi/imam yetiştirme amaçlarına uygun olarak akademik kadrosunu oluştururken Almanya’da dinî cemaat niteliği taşıyan yapıların görüşlerini dikkate almaktadır. Buna ilaveten öğretmenlik eğitimi veren bölümlerinde “mezhebe bağlı” bir eğitim vurgulanırken İslâm İlahiyat bölümlerinde “mezhepler üstü” bir eğitim vurgusu programlarında dikkat çekmektedir. Yine İslâm İlahiyatlarında İslâm Bilimleri bölümlerinden farklı olarak tefsir, Sistematik teoloji (temel teoloji, dogmatik, ahlak/etik, İslâmî ekümenizm), Tarihsel teoloji (sünnet, kelâm, mistisizm, felsefe vb.), İslâm hukuku ve hukuk metodolojisi, Pratik ‘teoloji’ ve Din Eğitimi alanlarının varlığı Bilim Konseyi tavsiyesine dayalı olarak mevcuttur.</p> Dr. Fatma Bayraktar Karahan Telif Hakkı (c) 2022 Dr. Sakin Özışık https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/156 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Azerbaycan’da İlahiyat Eğitimi https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/65 <p style="font-weight: 400;">Bu bildiri Azerbaycan’da ilahiyat eğitiminde modernleşme döneminden sonra, özellikle de 19. yüzyıldan günümüze değin gerçekleşen tarihsel değişimi incelemektedir. 19. yüzyılın ilk yarısında Rusya’nın bölgeyi işgal etmesiyle birlikte ilahiyat eğitiminde hangi yönde değişimler yaşandığı ve bu değişimde etkili olan faktörler ele alınmaktadır. Aynı zamanda çarlık Rusya’sı sonrasında ateist ideolojiyi benimseyen Sovyetler döneminde Azerbaycan’da ilahiyat eğitiminin durumu ve bunun sonuçları araştırılmaktadır. Son olarak bağımsızlık döneminde Azerbaycan’da İlahiyat eğitimi politikaları ve bu politikaları şekillendiren toplumsal, siyasi, kültürel ve ideolojik faktörler incelenmektedir. Bildiri Azerbaycan’da ilahiyat eğitimi konusunu tarihsel süreklilik içerisinde ele almakta, her bir tarihsel dönemin bir önceki dönemden bağımsız olmadığı varsayımına dayanmaktadır. Çar Rusya’sı bölgeyi işgal etmeden önce yüksek din eğitiminde İslam dünyasının çeşitli ilim merkezleri tartışılmaz bir otoriteye sahipken, işgalden sonra uygulanan politikalarla birlikte bu ilim merkezlerine yönelenlerin sayısı kademeli olarak azalmıştır. Sovyet döneminde Azerbaycan’ın İslam dünyasındaki yüksek din eğitimi merkezleri ile bağı tamamen kopmuş, sadece çok sınırlı sayıda kişi Sovyet sisteminin denetimindeki Taşkent İslam Enstitüsü’nde yüksek din eğitimi alabilmiştir. Bağımsızlık döneminin ilk yıllarından itibaren Azerbaycan, toplumda İslam’a ilginin giderek artmasına karşın, bu ilgiyi karşılayacak ilahiyatçılar yetiştirme mekanizmasından yoksun olmanın yol açtığı sorunlarla boğuşmuştur. Bağımsızlığın ilk yıllarında Kafkasya Müslümanları Ruhani İdaresi’ne bağlı olarak Bakü İslam Enstitüsü kurulsa da söz konusu Enstitü ihtiyaçları karşılayan eğitim-öğretim faaliyeti konusunda başarı sağlayamamıştır. Bağımsızlığın ilk yıllarında Türkiye Diyanet Vakfı’nın (TDV) desteyi ile Bakü Devlet Üniversitesi’ne bağlı olarak kurulan ilahiyat fakültesi de bazı nedenlerden dolayı toplumun çoğunluğu tarafından yüksek din eğitimi alanında otorite bir kurum olarak kabul görmemiştir. Bu dönemde yüksek din eğitimi için İslam dünyasındaki belli ilim merkezleri yoğun şekilde tercih edilir olmuştur. Fakat bu durum siyasi, ideolojik, kültürel vb. sorunları da beraberinde getirmiş, İslam dünyasının sorun ve çelişkileri oradan mezun olan ilahiyatçılar tarafından adeta Azerbaycan’a ithal edilmiştir. 2018 yılında Cumhurbaşkanı kararnamesiyle yüksek din eğitim ve öğretimini gerçekleştirmek üzere, Azerbaycan toplumunun dini mezhepsel yapısını dikkate alan ve devlet politikalarıyla uyum içerisinde faaliyet göstermesi hedeflenen Azerbaycan İlahiyat Enstitüsü kurulmuştur. Aynı yıl Bakü İslam Üniversitesi’nin ve TDV’nin desteyi ile kurulan İlahiyat fakültesinin eğitim öğretim faaliyetine son verilmiştir. Azerbaycan İlahiyat Enstitüsü ülkede din görevlileri hazırlayan tek yüksek din eğitimi kurumu olarak faaliyetini sürdürmektedir. Sonuç olarak son iki yüzyılda Azerbaycan’da İlahiyat eğitiminde ciddi değişimler hatta kırılmalar yaşandığını ve bu sürecin ülkede gerçekleşen siyasi ve ideolojik süreçlerle yakından ilişkili olduğunu söyleyebiliriz.</p> Doç. Dr. Behram Hasanov Telif Hakkı (c) 2022 Doç. Dr. Behram Hasanov https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/65 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Malay Dünyasında Reformist Bir Hareket Olarak Kaum Muda: Endonezya ve Malezya Örneği https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/211 <p style="font-weight: 400;">Bu araştırmada Endonezya merkezli reformist bir hareket olan Kaum Muda incelenmiştir. İçtihat, tecdit ve ıslah düşüncesini savunan bu zümreye göre asıl kaynaklara (الرجوع إلى الأصل) dönülmesi gerekir. Zira saf ve katışıksız bir İslam anlayışı için “Kur’ân ve Sünnete Dönüş” kaçınılmazdır. “Kembali kepada al-Quran dan Sunnah” olarak ifade edilen bu motto, Minangkabau’da başlayıp ardından Endonezya’nın diğer şehirlerine sirayet etmiş ve nihayetinde Malay dünyasında Malezya gibi bölgeleri etkisi altına almıştır. Ancak bu hareketin Endonezya ve Malezya’daki yansımaları arasında büyük bir farklılık dikkat çekmektedir. Bu çalışmada bu farklılığın nedenleri irdelemekte ve daha sonraki süreçte Nusantaralı halkların dini anlayışlarını ne derece etkilediği ve buna bağlı olarak günümüzde bu etkinin boyutu araştırılmaktadır. Kaum Muda’nın ortaya çıkış nedenleri, iddiaları ve hangi dinî anlayışa davet ettikleri meselesi önemlidir. Zira bölgede Kaum Muda (reformistler) ve Kaum Tua (gelenekselciler) arasındaki gerilimin neticesinde farklı dinî yaklaşımlar sergilenmiştir. Bu çalışmada reformistlerin geriye bıraktıkları eserler incelenmiş; dinî anlayışları tasvir edilmiş ve son olarak Ortadoğu ile olan bağlantılarından hareketle iddiaları analiz edilmiştir. Kaum Muda’nın ortaya çıkmasıyla bölgede dinî alanda ciddi tartışmalar baş göstermiş, Nusantaralılar reformist ve gelenekselci olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Nusantara tarihinde şahıslar arasındaki birkaç tartışma ve Adat-Padri arasındaki çatışma müstesna kabul edildiğinde ilk kez kamuoyunun ciddi bir şekilde karşı karşıya geldiği, karşılıklı reddiyelerin yazıldığı ve ülke sathında önemli bir etki bıraktığı söylenebilir. Bu gruplaşmalar daha sonra reformist cephede Muhammediyye, Persis; gelenekselci cephede ise Nahdatü’l-ulemâ gibi kurumların ortaya çıkmasıyla neticelenmiştir. Bu kurumların günümüzde etkin bir şekilde varlıklarını korudukları dikkate alındığı aslında Kaum Muda ve Kaum Tua’nın kurumsallaştığı ve etkisinin devam ettiği görülmektedir. Bütün bu hâdiselerden sonra özellikle asıl kaynaklara dönüş anlayışına bağlı olarak tefsir ilmi İslami ilimler hiyerarşisinde ilk sıraya yerleşmiş ve bunun zorunlu bir neticesi olarak “fıkıh medeniyeti” olarak tasvir edilen İslam medeniyeti Endonezya gibi ülkeler açısından “tefsir medeniyetine” doğru bir ivme kazanmıştır. Reformistlerin açtığı dinî kurumların müfredatlarında bu etki açıkça hissedilmektedir.</p> Dr. Eyyüp Tuncer Telif Hakkı (c) 2022 Dr. Eyyüp Tuncer https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/211 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Mahmûd Muhammed Şâkir'in Geleneğin İhyasına Dönük Okuma Felsefesi ve Metodolojisi https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/112 <p style="font-weight: 400;">Kelâm-ı ilâhî’nin nüzulünü takip eden yüzyıllarda rivayet ve tedvin faaliyetleriyle eş zamanlı olarak İslâmî ilimlerde birçok çalışmaya imza atılmıştır. Bir yandan Kur’an’ın muhtevasını yorumlamak diğer yandan ise vahiy dilinin ayırt edici özelliklerini tespit etmek amacıyla farklı disiplinlerde azımsanmayacak kemiyet ve nitelikte eserler telif edilmiştir. Erken dönemde kaleme alınan ve geleneğin ilk halkasını oluşturan bu eserler, konjonktürün de etkisiyle çoğu yerde açıklanmaya muhtaç kısa ve öz ifadeler içermektedir. Her ne kadar sonraki dönemlerde anlama ve anlamlandırma noktasında şerh türünden çalışmalar yapılmış olsa da söz konusu eserlerin veciz oluşu, günümüz araştırmacılarını zorlamaktadır. Nitekim vahiy dilinin anlaşılması için erken dönemde kaleme alınan edebî eserlerin okunması, yorumlanması, anlaşılması ve anlamlandırılması günümüz araştırmacılarının karşılaştığı problemlerin başında gelmektedir. Bu eserleri okumak için nereden ve nasıl başlanacağı, mütekellimin açıklamalarının nasıl yorumlanacağı ve okurken nasıl bir yol izleneceği araştırmacının zihnini meşgul eden problemlerden sadece birkaçıdır. Bunların yanı sıra araştırma sırasında; şiir ve metinleri yorumlamada genelgeçer esaslar var mıdır? Eserin içeriğinden hareketle müellifin zihin dünyasına ulaşmak mümkün müdür? Sözün arka planı var mıdır? gibi birçok soru gündeme gelmektedir. İslam Medeniyeti’nin erken dönemine yönelik çalışmaların arttığı 20. yüzyılda araştırmacıların klasik metinleri tetkik etmede karşılaştıkları zorlukları gözlemleyen Mısırlı edebiyatçı Mahmûd Muhammed Şâkir (öl. 1997), özgün düşünsel üretimi nitelik ve nicelik yönüyle işlevsel hâle getirebilmek ve geleneği yeniden okumak için -yine bu medeniyetten neşet etmiş olan- özgün bir okuma metodunun elzem olduğunu belirtmiştir. Bu yüzden Batı menşeli metotların benimsenmesine karşı çıkmıştır. Metinlerin şerh ve tahlilini esas alan Batı eksenli metotların yukarıdaki sorulara cevap bulmada kayda değer bir katkı sunmadığını belirten Şâkir’e göre metinlerin yorumlanmasının yegâne yolu onların tezevvuk edilmesinden, diğer bir anlatımla tadılmasından geçmektedir. Tezevvuk adını verdiği metodu metinlere uygulayan Şâkir, geleneği sağlıklı bir şekilde yorumlayarak revize etme sırrının ilmî usul ve esaslara mebni dil zevkinden geçtiğini vurgulamaktadır. Bu açıklamalardan hareketle bu çalışmada Şâkir’in metinleri yorumlamadaki söz konusu metodu ve okuma felsefesi irdelendi. Metodun mahiyetine girmeden önce Şâkir’i böyle bir metodu uygulamaya iten saikler üzerinde duruldu. Konuyla ilgili teorik ve pratik boyutta kaleme alınan eserlerden hareketle metodun yapısı, unsurları ve işleyişi ele alındı. Bu hususta metodun teorik yönünün pratiğe döküldüğü Şâkir’in el-Mütenebbî ve Namat Sa‘b ve namat muhîf adlı eserleri üzerinde özellikle duruldu. Bunların yanı sıra çalışmanın amacına uygun olarak birçok klasik metne uygulanan metodun araştırmacı ve okuyucuya sağladığı kazanımlar örnekler aracılığıyla izah edildi. Metodun müspet ve menfi yönlerine vurgu yapılan çalışmada Şâkir’in beslendiği kaynaklar tespit edilmeye çalışılarak bunların geleneği yorumlamada günümüz araştırmacılarına ne tür katkılar sağlayabileceği de ayrıca kritik edildi. Böylece çalışmada söz konusu kritikten elde edilen bulgular, “Böyle bir metoda ihtiyaç var mıdır?” sorusu çerçevesinde değerlendirilerek bazı önerilerde bulunuldu.</p> Arş. Gör. İsmail Araz (Doktora Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Arş. Gör. İsmail Araz (Doktora Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/112 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Secde Âyetlerinin Kıraatler Bağlamında İncelenmesi https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/158 <div> <p>Kur’ân-ı Kerîm’de, Allah’a secde etmeyi teşvik edip, secde etmeyenleri kınayan, Hz. Muhammed’in ise okunduğu zaman Allah’a secde edilmesini buyurduğu secde âyetleri vardır. Secde âyetlerinin ortak özelliği; emir sîgası içermesi veya secde etmeyenleri kınaması, tüm varlıkların Allah’a secde ettiğini haber vermesidir. Sayısı ve hükmü hakkında mezhepler arasında görüş ayrılıkları bulunan secde âyetlerinin hangi âyetler olduğu, hangi durumlarda secde edilmesi gerektiği ve ilgili mezhepte hükmünün ne olduğunu bilmek fıkhî ve amelî açıdan önemlidir. Bu noktada secde âyetlerinin Kur’an kıraatleri bağlamında durumunun tespiti de önemlidir. Dolayısıyla ilgili bağlamda kıraatlerin tespiti amacıyla secde âyetlerinin incelenmesi gerektiğinden hareketle bu çalışma gerçekleştirilmiştir. Bu konunun sınırları açısından daha önce kitap, tez ve makale düzeyinde bir çalışma yapılmadığı, mevcut çalışmaların secde âyetlerini genel olarak ele aldığı ve henüz kıraatler bağlamında özel olarak incelemediği tespit edilmiştir. Bu çalışmada Ezherî’nin (ö. 370/980) <em>Me‘âni’l-kırâ’ât</em>’i; İbn Zencele’nin (ö. IV./X. Yüzyıl)<em> el-Hucce fi’l- Kıraât</em>’i; İbn Hâleveyh’in (ö. 370/980) <em>İ‘râbu’l-Kırââti’s-Seb‘ ve ‘İleluhâ</em> isimli eseri; Palûvî’nin (ö. 1192/1778) <em>Zübdetü’l-irfân fî vücûhi’l-Kur’ân</em>’ı; Molla Efendi’nin (ö. 1273/1859) <em>‘Umdetü’l-hallân fî îzâhi zübdetü’l-irfân</em>’ı başta olmak üzere alanın temel kaynaklarına başvurulmuştur. Bu çalışmada öncelikle mezhepler arasında ihtilaf konusu olan secde âyetlerinin hükmü ve hangi âyetlerin secde âyeti olarak kabul edildiğine değinilmiş, âyet metinleri, meâlleri ile birlikte verilmiştir. Çalışmanın devamında Hanefî mezhebinde kabul edilen on dört secde âyeti üzerinde on kıraat imamının ve ikişer râvisinin okuyuş farklılıkları klasik kıraat eserlerinden faydalanılarak tahlîl edilmiş ve on dört secde âyetinin on üçünde yer alan kıraat farklılıkları tespit edilmiştir. Çalışmanın son kısmında ise bu âyetlerin hangilerinde manaya etki edip etmediği belirlenmeye çalışılmış, yine alanın literatüründen istifade edilerek on dört secde âyetinin ikisinde ilgili kıraatlerin mana farklılığına yol açtığı görülmüş ve bu farklılıklar değerlendirilmiştir.</p> </div> Mehmet Ustaosmanoğlu (Yüksek Lisans Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Mehmet Ustaosmanoğlu (Yüksek Lisans Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/158 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Beydâvî’nin Envâru’t-tenzîl’inde Kıraatlerin Tefsire Tesiri: Duhâ ve Nâs Sûreleri Arası Örneği https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/97 <p style="font-weight: 400;">Tefsir ilmi Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında ve yorumlanmasında okuyucusuna her dâim ışık tutmuş ve yolunu aydınlatmış bir alandır. Bu babda tefsire dâir pek çok eser te’lif edilmiş, araştırma ve çalışmalar yapılmıştır. Bu eser ve te’liflerin kendilerine has tarafları ve ayırt edici muhtevâları vardır. İşbu çalışmanın odak noktası ise tefsirler içerisinde her daim kendisinin ayrı bir yönü olan Kādî Beydâvî’nin (ö. 685/1286) Envâru’t-tenzîl ve esrâru’t-te’vîl isimli, Beydâvî Tefsiri diye de şöhret bulan eseri olmuştur. Bu tefsir vecîz üslûbu ile çok rağbet görmüş, medreselerde müfredâtlara konulmuş hatta seçkin âlimler tarafından pâdişahların meclislerinde ders olarak okutulmuş, büyük bir heyecan ile dinlenmiş ve tâkip edilmiştir. Bununla birlikte Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında ve yorumlanmasında farklı kıraat vecihlerinden istifâde etmek sûretiyle, kıraatlerin çok anlamlılığa kattığı zenginliği göz önünde bulundurmuş bir tefsirdir. Öyle ki Kādî Beydâvî tefsirinde mütevâtir kıraatlerle birlikte, kıraatin sâhibinin kim olduğunu ismen zikretmese bile şâz kıraatlerden de çokça istifâde etmiştir. Bizim bu çalışmamızda müfessirin kıraat farklılıklarını nasıl tahlîl ettiği ele alınmıştır. Diğer birçok tefsirdeki kıraat farklılıklarına dâir çalışmalar mevcut iken Beydâvî Tefsiri’yle alâkalı böyle bir çalışmaya rastlanılmamıştır. Bunun yanı sıra yöntem olarak çalışmamızda, en çok okunan ve bilinen İmam ʿÂsım kıraatinin Hafs rivâyeti ile âyet verilmiş ve bu âyetin mânâsı sunulduktan sonra başka bir kıraatin okunuşunda bu okunuşu müfessirin nasıl tahlîl ettiğine bakılmıştır. Çalışmamızda her ne kadar Duhâ ile Nâs arası sûrelerdeki kıraat farklılıklarının tefsire tesirini tahlil edilmiş olsa da toplamda on sûre çalışılmıştır çünkü Kādî Beydâvî kıraat farklılıklarını sâdece bu sûrelerde işlemiştir. Diğer sûrelere temâs edilmemesinin sebebi kıraat farklılıklarının olmaması değil, bu farklılıkların sâdece okunuşta olmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca mütevâtir kıraatlerin mânâya, diğer bir deyişle tefsire olan tesiri yekûne bakıldığında zâten bütün kıraat vecihlerinin etkisine nazaran 5’te 1 oranındadır. Teknik olarak bunu şöyle de söylemek mümkündür; kıraat farklılıklarının %80’i edâ farklılıklarından oluşan idğâm ve imâle gibi bir takım ses değişikliğine dayalı farklılıklardır. Her ne kadar Kādî Beydâvî kelimelerin şîve ve lehçelerden kaynaklanan kıraat farklılıklarına değinmiş olsa da bunlar ilâve bilgi kabîlinden olup bu çalışmanın kapsamına girmemiştir.</p> Muhammed Yusuf Demir (Yüksek Lisans Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Muhammed Yusuf Demir (Yüksek Lisans Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/97 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Tefsir Geleneğinde Nesh Algısı Üzerine Eleştirel Bir İnceleme: Müellefe-i Kulûb Örneği https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/58 <p style="font-weight: 400;">Bu çalışmada geleneksel tefsir anlayışının nesh algısının problemleri müellefe-i kulûb örneği üzerinden incelenmiştir. İslâm düşünce tarihinin ve bilhassa tefsir geleneğinin en tartışmaları konularından biri olan nesih, Kur’ân ilimlerinin içinde müstakil bir varlık alanı kazanmıştır. Varoluş zemini Hz. Peygamber devrine kadar uzanan nesih, ilk aşamada hissî yönüyle ortaya çıkmış ve nübüvvet ekseninde meydana gelen değişimlere çelişki ithamı yükleyen Yahudilerle müşriklere cevap verme yöntemi haline gelmiştir. Yahudilerle yaşanan kıble tartışmaları ile başladığı bilinen bu sürecin etkisi özellikle savaş hukuku ve kamusal alanla alakalı âyetler üzerinde yoğun olarak hissedilmiştir. Muhtemelen bu süreğenliğin en temel nedeni de Hz. Peygamber’in yaşaması ve vahin hali hazırda devam etmesi olmuştur. Fakat Hz. Peygamber’in vefatından sonra ilahi kelamın Mushaf haline gelmesi ve tefsir geleneğinin oluşum sürecinde nesih meselesi hakkında tartışmalar meydana gelmiştir. Bu dönemde vahyin kendi iç bütünlüğünde hüküm iptalinin mümkün olmadığı savunan bazı düşünürlerin varlığı bilinse de cumhur ulemanın ekseriyetine nesih, vahyin kendi iç bütünlüğünde gerçekleşen bir olgu olarak kabul edilmiştir. Bu dönemde ulema arasında yalnızca neshin sayısal niteliği hakkında tartışma yaşanmıştır. Nitekim bazı düşünürler, nesih edilen âyetlerin sayısının yüzlerce olduğunu savunurlarken bazı düşünürler bu sayıyı çok az sayılara kadar getirmişlerdir. Aslında yaşanan bu tartışmalar modern dönemde oluşan nesh algısına zemin hazırlamış ve modern tefsir hareketlerinin en karakteristik özelliklerin bir haline gelen nesih reddinin dayanağı haline gelmiştir. Netice olarak çağdaş dönemde birçok fikir insanı ve müfessir, Kur’ân’ın kendi iç bütünlüğünde asla neshin vaki olamayacağını savunmuşlardır. Bizim çalışmada ele aldığımız müellefe-i kulûb meselesi de tefsir geleneğinde nesih algısı üzerinden hasıl olan sayısız problemlerden yalnızca bir tanesidir. Bilindiği üzere Kur’ân-ı Kerim’in Tevbe Sûresinin 60. âyetinde açık bir şekilde beyan edilen bu zümreye Hz. Peygamber devrinde Nebevî davet metodunun parçası olarak kesintisiz şekilde zekâttan pay verilirken temel amaç kalplerini İslâm’a ısındırıp hidayete ermelerini sağlamaktı. Fakat Hz. Peygamber’in vefatından sonra Hz. Ebû Bekir’in (ö. 13/634) hilafeti devrinde Hz. Ömer (ö. 23/644) bu zümrenin istihkakına gerek kalmadığını öne sürmüş ve zekâttan payları düşürülmüştür. Bu bağlamda müfessirlerin önemli bir kısmı hükmün ümmetin icmâ etmesiyle ortadan kalktığı sonucuna varmışlardır. Klasik dönemden günümüze kadar başta Hanefîler olmak üzere birçok fıkıh ekolü de bu karara göre hükmetmiş ve artık müellefe-i kulûbun zekâttan pay hakkının ortadan kalktığını ifade etmişlerdir. Her ne kadar bazı müfessirler bu karara itiraz etseler de hiçbir tesiri olmamıştır. İşte bize göre hükmün ortadan kalkmasının mümkün olmadığını savunan bu görüş isabetli hareket etmiştir. Zira vahyin kendi iç bütünlüğünde nesih kabul edilse dahi bunun Hz. Peygamber devrinde gerçekleşmesi gerekirdi ki böyle bir delil mevcut değildir. Ayrıca sahabenin içtihat neticesinde kısa süreli dahi olsa herhangi bir hükmü askıya almak veya iptal etmek yetkisi yoktur. Aynı zamanda içinde bulunduğumuz çağda zayıflayan ihtida ve artan irtidâd faaliyetleri sosyal bir müessese olarak müellefe-i kulûbun yeninden gözden geçirilmesini zaruri kılmaktadır. Binaenaleyh bu çalışmanın temel amacı Kur’ân’ın emri sonucunda Hz. Peygamber tarafından titiz bir şekilde yerine getirilen müellefe-i kulûbun mensûh olmadığını ve yalnızca zekâta müteallik basit bir zümre olmaktan ziyade çok daha geniş mahiyetinin bulunduğunu ortaya koymaktır.</p> Ünal Kıyar (Yüksek Lisans Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Ünal Kıyar (Yüksek Lisans Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/58 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 ‘Ey İnsanlar!’ ve ‘Ey İman Edenler!’ İlahî Hitaplarıyla Kimler Kastediliyor? Mukātil b. Süleyman Tefsiri Kapsamında Bir İnceleme https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/57 <p style="font-weight: 400;">Kur’ân’daki hitap çeşitlerini inceleyen ilim dalı Hitabu’l-Kur’ân’dır. Bu tebliğde Kur’ân’da çokça tekrar eden “Ey İnsanlar!” ve “Ey İman Edenler!” hitap formları incelenecektir. Bu hitaplar, âlimlerin farklı yorumlarıyla karşı karşıya kalmıştır. Kur’ân-ı Kerim, miladî 7. yüzyılda Arap Yarımadasında nâzil olmuş bir hitaptır. Bu hitap, Hz. Peygamber’in vefatından bir müddet sonra kitaba dönüştürülmüştür. Kitaplaştırma ve usûl âlimlerinin daha sonradan açığa çıkardıkları “sebebin hususiliği hükmün umumiliğine mani‘ değildir” kaidesi neticesinde Kur’ân tarih üstü bir okumaya tabi tutulduğunu buna karşın nâzil olduğu dönemin kültürü ve âyetlerin hangi sebep üzerine nâzil oldukları son dönem alimleri tarafından çoğu zaman göz ardı edildiğini düşünmekteyiz. İşte bu temelden hareket eden tebliğ, elimize ulaşan ilk tam tefsir olması, âyetlerin sebeb-i nüzûlüne çokça yer verip onların bizzat kimlere hitap ettiğini açıkça belirtmesinden dolayı Mukātil b. Süleyman’ın <em>“et-Tefsiru’l-Kebîr”</em> adlı eseri bağlamında bahse konu iki hitabın, Kur’ân’ın nüzûl dönemindeki insanları kastedip etmediğini açığa çıkarmayı amaçlamıştır. Bu kapsamda öncelikle, “Ey İnsanlar!” ve “Ey İman Edenler!” hitaplarının Kur’ân’da geçtiği yerleri belirledik. Daha sonra bu hitaplarla kimlerin kastedildiğini Mukātil b. Süleyman’ın tefsirine bağlı kalarak tespit ettik. Bu hitapların delâletlerini tablo halinde hazırladık. Ardından bu hitapların mahiyeti ve kimlere delâlet ettiği hususunda âlimlerin görüşlerine de değindik. İncelemeler neticesinde “Ey insanlar!” hitabıyla bütün insanlar, “Ey iman edenler!” hitabıyla da Hz. Muhammed’e inanan bütün mü’minler kastedilmiştir” şeklindeki genel kanının doğru olmadığı kanaatine ulaştık. Mukātil’in aktardığı bilgiler veya kendisinin doğrudan verdiği bilgiler, “Ey insanlar!” hitabıyla Mekke döneminde yaşayan Mekke kafirlerinin veya özel olarak belli kişilerin, “Ey İman edenler!” hitabıyla ise Medine döneminde yaşayan münafık, Müslüman ve Yahudi iken Müslüman olan kişilerin kastedildiğini ortaya koymaktadır.</p> Mehmet Aydemir (Doktora Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Mehmet Aydemir (Doktora Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/57 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Muhammed Hâdi Ma‘rife’nin Modern Dönem Şii Tefsir Tarihi Eseri et-Tefsîr ve’l-müfessirûn Üzerine Bir İnceleme https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/142 <p style="font-weight: 400;">Muhammed Hâdi Ma‘rife (ö. 2006), modern dönem tefsir tarihi edebiyatının en önemli isimlerinden birisidir. Tefsir tarihine dair telif etmiş olduğu eseri, birçok çalışmaya kaynaklık etme potansiyeline sahiptir. Biz de bu çalışmamızda, müellifin <em>et-Tefsîr ve’l-müfessirûn</em> adlı eserini farklı yönleriyle tanıtmayı ve Şîa’nın tefsir tarihine bakışını Muhammed Hâdi özelinde ortaya koymayı amaçladık. Öncelikle ilgili eserin ve üzerine yapılmış çalışmaların okumalarını tamamladık. Muhammed Hâdi’nin çokça istifade ettiği kaynakları ve diğer eserlerini tetkik ettik. Muhammed Hâdi’nin <em>et-Tefsîr ve’l-müfessirûn </em>adlı eserini, kendi deyimiyle Muhammed Hüseyin ez-Zehebî’nin (ö. 1977) <em>et-Tefsîr ve’l-müfessirûn</em>adlı eserinde Şii tefsirler ve müfessirlerle ilgili verdiği yanlış bilgileri düzeltmek ve eserdeki eksiklikleri tamamlamak için telif ettiğini tespit ettik. Bundan ötürü Muhammed Hâdi’nin<em> et-Tefsîr ve’l-müfessirûn</em> adlı eserini, belli ölçüde Zehebî’nin <em>et-Tefsîr ve’l-müfessirûn</em> adlı eseriyle mukayeseli olarak inceledik. Muhammed Hâdi’nin, Zehebî’yle ortak olarak tefsir sahasının öne çıkan elli üç siması ve otuz dört tefsir kitabını; Zehebî’den farklı olarak ise tefsir sahasının öne çıkan yüz on iki siması ve elli iki tefsir kitabını tanıttığını tespit ettik. Muhammed Hâdi’nin birçok Ehl-i sünnet ve Şii tefsiri Şîa’nın penceresinden tanıttığı, tefsirleri tanıtırken zengin bir tasnif sistemi benimsediği, Ehl-i sünnet ve Şîa’nın temel kaynaklarını yoğun olarak kullandığı, bazı tefsirlerin tanıtımına gerekli ihtimamı göstermediği, Zehebî’yi yer yer eleştirmekle beraber kendisinden çokça istifade ettiği, birçok tefsir ve müfessiri tanıtırken Ehl-i beyt ve Hz. Ali’ye olan bağlılığı esas aldığı, bazı tefsir ve müfessirleri tanıtırken mezhebî kaygılarla hareket ettiği, ele aldığı meselelerde çok mutaassıp davranmadığı ve neticede önemli bir araştırma örneği ortaya koyduğu sonuca vardık. Müellifin ilgili eserinin, özellikle Farsça ve Şii tefsirler üzerine yapılacak araştırmalarda son derece istifade edilebilir nitelikte olup tefsir tarihiyle ilgili birçok araştırma ve teze öncülük edebilecek bir kaynak kitabı olduğunu tespit ettik.</p> <p style="font-weight: 400;">* Bu çalışma, Prof. Dr. Muammer Erbaş danışmanlığında 2021 tarihinde hazırladığımız<em> Muhammed Hüseyin Zehebî ve Muhammed Hâdi Ma‘rife’nin et-Tefsîr ve’l-Müfessirûn Adlı Eserlerinde Müfessirlere ve Tefsir Kitaplarına Bakışları </em>başlıklı yüksek lisans tezimizden yararlanılarak hazırlanmıştır.</p> Musa Öztürk (Doktora Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Musa Öztürk (Doktora Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/142 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Cumhuriyet Dönemi Âlimlerinden Haydar Hatipoğlu ve İlmî Kişiliği https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/213 <p style="font-weight: 400;">Haydar Hatipoğlu 1929 yılında Diyarbakır’da dünyaya geldi. 1995 yılında Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi olarak Hac vazifesini yapmak üzere gittiği Medine-i Münevvere’de vefat etti ve Cennetü’l-Bakī’ye defnedildi. Hatipoğlu’nun aile kökleri Hz. Peygamber’e (sav) ve Hz. Ömer’e dayanır. Baba tarafından yedinci dedesi olan Allame Molla Osman Efendi, Yusuf b. İbrahim Erdebili’nin (öl. 779/1377) Şafii fıkhına ait el-Envar li-a’mali’l-ebrâr’ı üzerine Haşiyetü’l-Kümmesra adlı bir haşiye yazmıştır. Bundan dolayı Hatipoğlu ailesi “Kümmesra evi” olarak bilinir. Hatipoğlu, Güneydoğu medreselerinden genç yaşında icazet almış, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde imamlık ve vaizlik görevlerinde bulunmuş ardından Siirt, Uşak, Afyon ve İzmir il müftüsü olarak görev yapmıştır. Son görevi Din İşleri Yüksek Kurul üyeliği olan Hatipoğlu, resmi görevlerinin yanı sıra dönemin ihtiyaçlarına uygun olarak çeşitli eserler kaleme almış Türkçe İslami ilimler literatürüne mütevazi katkılar sağlamıştır. Çalışmaları arasında en dikkat çekici olanı, Sünen-i İbn Mâce Tercüme ve Şerhi adlı eseridir. Türkiye’de Sünen-i İbn Mâce ilk kez Hatipoğlu tarafından tercüme edilmiştir. Bu çalışmasının en önemli yanlarından biri de kendisi tarafından çok kapsamlı 10 ciltlik bir şerh yazılmış olmasıdır. İbn Mâce hadislerinin en belirgin özelliği fıkıh konuları üzerine bina edilmiş olmasıdır. Dolayısıyla Hatipoğlu’nun İbn Mâce üzerine yapmış olduğu çalışma kendisinin fıkıh alanındaki otoritesini de yansıtmaktadır. Bununla birlikte fıkıh ve tefsir konularıyla ilgili tartışmalı konularda bilimsel reddiye türü eserler de kaleme almıştır. Materyalist dünya görüşüne ilmî cevap niteliği taşıyan âhiretin varlığını ve haşrin ispatını akli deliller kullanmak suretiyle savunan akaid alanında iki özgün çalışması da bulunmaktadır. Ayrıca o tarih ve siyer gibi birçok alanda çeşitli eserler kaleme almıştır. Hatipoğlu’nun çalışmaları içerisinde henüz literatüre dâhil edilmeyen iki ciltlik önemli bir tefsir eseri mevcuttur. Vefat etmesinden dolayı yarım kalan bu çalışması Türkçe tefsir literatürüne yayımlanarak kazandırılması gereken önemli bir kitaptır. Yazar bu tefsirine özgün bir meâl de eklemiştir. Bu eserinde rivayet ve dirayet yöntemlerini mezcetmiştir. Ayrıca Ulumu’l-Kur’an, fıkıh, akaid ve tasavvuf konularını kendine özgün bakış açısıyla değerlendirirken yaşadığı dönemin sorunlarını da merkeze almış ve Kur’ân’ın içtimâî ve edebî hususiyetleri de göz önünde bulundurmuştur. Müellifin eserleri özellikle 1960-1990 yılları arasında Türkiye’de yapılan dinî tartışmaların mahiyetini anlamamıza yardımcı olacak bir nitelik arz etmektedir.</p> Muhammed Sait Hatipoğlu (Doktora Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Muhammed Sait Hatipoğlu (Doktora Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/213 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Kurtubî’nin Morfolojik Temelli Anlam Arayışı https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/109 <p style="font-weight: 400;">Morfoloji, biçimbilim veya Arapça bir terim olarak sarf; bir kökten, anlam bağlamına ve hedeflenen ifadeye uygun ek ve eklerle yeni bir biçimde ya da aynı biçimde başka bir yapı oluşturma ve oluşturulmuş yapıları inceleme ilmidir. Kur’an, anlaşılması için Arapça tenzil olunan bir kitap olması sebebi ile Arap dilbilimin diğer konuları ile beraber morfoloji yani sarfın da inceleme alanı içerisindedir. Müfessirler ve dil bilimi âlimleri Kur’an’ı anlamak ve açıklamak için morfoloji konularına çalışmalarında yer verir. Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî (ö. 671/1273) de bu amaçla el-Câmi‘ lî Ahkâmi’l-Kur’ân tefsirini kaleme almıştır. Bu tefsirin özelliklerinden biri neredeyse her âyetin açıklamasında öncelikle filolojik açıklamaların yer almasıdır. Kurtubî, diğer müfessirler gibi tefsirinde Kur’an’ı anlama/açıklama çabası içinde morfolojiye de yer vermiştir. Lafızların morfolojik tahlillerini yaparken onların özelliklerini belirtmiştir. Ayrıca kimi zaman bir takım ayrıntı ve istisna kabilinden durumları açıklamıştır. Lafızların taşıdığı morfolojik özelliklerle onların ifade ettikleri anlamları izaha çalışmıştır. Dikkat çeken bir husus müfessirin morfolojinin kurallarını aslında o kuralların basit düzlemde veremeyeceği anlamlara ulaşmak veya onları açıklamak için de kullanmasıdır. Kurtubî’nin bu çabayı lafzın özelliği, kıraat okuyuş farklılıkları, bağlam, zaidlik, hazf vb. sebepler ile gösterdiği görülmektedir. Bu çalışma onun anlama gayreti içerisinde verdiği bilgiler taranarak özellikle morfolojinin bazı konuları hakkında yaptığı değerlendirmeleri esas almaktadır. İncelenen konular; tekil-ikil-çoğul, erillik-dişillik, belirlilik-belirsizlik başlıkları ile sınırlandırılmıştır. Bu kapsamda ilgili konularda tefsirde taramalar yapılmış, bazı örnekler seçilerek konu açıklanmış ve konuya dair değerlendirmelerde bulunulmuştur. Yürütülen çalışmada örnekler derinlemesine incelenerek özellikle anlam odaklı bir düzlemde konu ele alınmıştır.</p> <p style="font-weight: 400;">* Bu çalışma doktora tezinden üretilmiştir: İsmail Erken, “el-Câmi‘ li-ahkâmi’l-Kur’ân’ın Filolojik Açıdan İncelenmesi” (İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi, Doktora Tezi, 2020).</p> Dr. İsmail Erken Telif Hakkı (c) 2022 Dr. İsmail Erken https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/109 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Delhi Türk Sultanlığı’nın Hint Dillerindeki Kaynakları: Ṭhakkura Pherū ve Eserleri https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/83 <p style="font-weight: 400;">Bu çalışmada Delhi Türk Sultanlığı’nın 12. - 14. yüzyıllar arasında Hindistan’da kaleme alınmış gayrimüslim kaynakları tanıtılarak temel özellikleri, tarihsel kaynak değeri ile bu açıdan sahip oldukları bazı problemleri özetlenmiştir. Hindistan alt kıtasında kurulmuş bir Orta Çağ devleti olarak Delhi Türk Sultanlığı oldukça zengin birincil kaynak çeşitliliğine sahiptir. Bu kaynakların büyük bir bölümü Müslüman şahsiyetler tarafından Farsça yazılmış olsa da sultanlığın gayrimüslim tebaası tarafından yazılmış oldukça önemli eserler bulunmaktadır. Bu nedenle çalışmanın kapsamı 12. – 14. yüzyıllar arasında Hindistan’ın yerel dillerinde (Sanskrit, Prakrit vd.) yazılmış eserler olarak belirlenmiştir. Bu eserlerin ulusal literatürümüzdeki Delhi Türk Sultanlığı çalışmalarında birkaç küçük atıf dışında kullanılmadığı tespit edilmiştir. Dolayısıyla bu kaynakların neşir ve çevirilerinin tanıtılması Türkiye’de yürütülen Delhi Türk Sultanlığı ve Hindistan çalışmalarına farklı bir perspektif ve derinlik kazandıracağı muhakkaktır. Bu bakımdan Halacîler devrinde hazinedârlık makamında hizmet vermiş Cayin bir memur olan Ṭhakkura Pherū’nun (d. yak. M. 1270) eserlerinin çok değerli bilgiler ihtiva ettiği belirlenmiştir. Pherū, muhtelif konularda yedi farklı eser bırakmış çok yönlü bir âlimdir. Apabhraṃśa diyalektinde yazılmış eserleri 1946 yılında gün yüzüne çıkarılmış ve peyderpey neşir ve İngilizce tercümeleri ile kullanıma sunulmuştur. Kaleme aldığı eserlerinden <em>Jyotiṣasāra</em> astronomi ve astroloji, <em>Dhūtātpatti</em> metalürji, <em>Dravyaparikṣā</em> nümismatik ve kur farkları, <em>Ganitasāra</em> aritmetik, <em>Vastusāra</em> mimari ve ikonografi, <em>Rayaṇaparikkhā</em> ise gemoloji (değerli taş bilimi) hakkındadır. Bunlar dışında Cayin dinî literatürü içerisinde değerlendirilen başka eserlere de imza attığı belirlenmiştir. M. 1291 – 1323 aralığında yazıldığı anlaşılan mezkûr eserlerden <em>Dravyaparikṣā</em> ve <em>Rayaṇaparikkhā</em>’nın Hindistan’ın orta çağlardaki ekonomik vaziyetine dair çok kıymetli veriler sunan mahsul/arazi ya da sikke/alaşım oranlarını gösteren tablolar, cetveller ve açıklamalar içerdiği tespit edilmiştir. Geleneksel Hint metrik ve ağırlık sistemlerine göre oluşturulmuş bu tablolardaki veriler, modern ölçüm standartlarına çevrilerek Türkçe literatüre kazandırılmıştır. Ayrıca Pherū’nun verdiği satır arası bilgilerin Delhi Türk Sultanlığında Müslüman - gayrimüslim ilişkilerinin mahiyetine dair önemli göstergeler barındırdığı ortaya konulmuştur. Çalışmanın sonunda Pherū’nun eserleri üzerine yapılacak detaylı uzman değerlendirmelerinin sadece Delhi Türk Sultanlığı çalışmalarına değil Orta Çağ bilim tarihi literatürüne de önemli katkılar sağlayacağına dikkat çekilmektedir.</p> Yasin Tekin (Doktora Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Yasin Tekin (Doktora Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/83 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Türk Hanedanları Tolunoğulları ve İhşîdîler Hâkimiyetinde Kudüs ve Mescid-i Aksâ https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/98 <p style="font-weight: 400;">Dünyanın kadîm şehirlerinden Kudüs’ün, üç semavi din olan Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâmiyet için kutsiyeti haiz dini bir merkez olması, önemini biraz daha artırdığı gibi pek çok saldırıya ve istilaya maruz kalmasına da yol açtığı söylenebilir. İnsanlık tarihi bakımından da önemli olan bu şehrin İslâm’ın ilk kıblesi olması, Mekke ve Medine’den sonra ibadet maksadıyla yolculuk yapılabilecek üç harimden biri kabul edilmesi açısından Müslüman yöneticiler tarafından ayrıca bir iktidar ve güç mücadelesi bağlamında ele alındığı belirtilmelidir. Kudüs ve Mescid-i Aksâ, Hulefa-i Raşidîn, Emevîler ve Abbâsîlerin idaresinde iki buçuk asır kaldıktan sonra bağımsız hareket eden Türk valileri tarafından kurulan Kahire merkezli hanedanlarca yaklaşık altmış yıl boyunca idare edilmiştir. Abbâsîler’in iktidar gücünün zayıfladığı dönemlerde Mısırda Tolunoğulları hanedanını kuran Ahmed b. Tolun’un 264/878’de Filistin’i almasıyla birlikte Kudüs ve Mescid-i Aksâ’nın idaresi bundan böyle yaklaşık iki asır kadar Kahire merkezli devletlerin idaresinde kalmıştır. Kudüs’ün kontrol edilmesi sonuçta her iki hanedana iki önemli şey kazandırmıştır. İktidarlarının meşruiyetlerine zemin hazırladığı gibi kendilerinin Abbâsî halifeliği nezdinde kabul görmelerine de yardımcı olmuştur. Filistin ve dolayısıyla Kudüs hakkında siyasî iktidarların ya da dinî otoritelerin birbirleriyle mücadeleleri bir yana bu şehir, Fâtımîler’le Karmatîler ve Cerrâhîler başta olmak üzere çeşitli bedevî kabileler arasındaki güç mücadelesine de sahne olmuştur. Daha ziyade klasik İslâm tarihi kayaklarından yararlanılarak kaynak taraması yöntemiyle hazırlanan bu çalışmada, Kudüs ve Mescid-i Aksâ özelinde Türk valiler tarafından kurulan Tolunoğulları ve İhşîdîler’in iktidarında yaklaşık bir asır kadar olan süre zarfında siyasî-idarî, dinî, tarihî ve kültürel gelişmelerin analiz edilmesi amaçlanmıştır. Kudüs ile alakalı pek çok araştırma olmakla birlikte bu iki hanedan dönemleri özelinde çalışmaların yeterli olmadığı değerlendirilmiştir. Bu araştırma, alandaki mevcut çalışmalara katkı sunmak amacıyla hazırlanmıştır.</p> Dr. Adnan Kara Telif Hakkı (c) 2022 Dr. Adnan Kara https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/98 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Osmanlı Devleti Döneminde Kamu Hizmetlerinin Yürütülmesinde Avarız Vakıflarının Yeri https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/200 <p style="font-weight: 400;">Sivil toplum kuruluşlarının kamu hizmetlerine katılması yeni bir durum gibi görülse de vakıfların Türk-İslam Tarihi boyuncu aktif bir şekilde kamu hizmetlerine katıldığı bilinmektedir. Vakıf medeniyetinin yükselmesi diğer İslam ülkelerinde de olmakla birlikte bu kurum en parlak dönemini şüphesiz Osmanlı Devleti döneminde yaşamıştır. Öyle ki kamu hizmetlerinin büyük bir çeşitlilik kazandığı günümüzde dahi akla gelmeyecek birçok kamu hizmeti şaşırtıcı bir şekilde bu dönemde vakıflar tarafından yerine getirilmiştir. Osmanlı Devleti döneminde ihtiyaç duyulan alanlarda insanların bir araya gelerek vakıf oluşturdukları anlaşılmaktadır. Bunlardan birisi çalışma konumuz olan avarız vakıflarıdır. Osmanlı Devleti döneminde vergisini ödeyemeyen kişilerin vergisini ödemek amacıyla kurulan avarız vakıfları zamanla başka kamu hizmetlerinin görülmesi ile ilgili alanlarda da faaliyet göstermiştir. Süreç içerisinde avarız vergilerinin önemini kaybetmesi ve Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde bu verginin kaldırılması ile birlikte bu vakıflar tümden kamu hizmetlerine yönelmiştir. Mahiyeti süreç içerisinde değişen avarız vakıfları daha sonraki dönemlerde avarız akçesi ve avarız sandığı olarak adlandırılmıştır. Avarız vakıfları, mahalle halkının ortaklaşa yapması gereken işlerin masraflarını karşılamak için de kullanılmıştır. Bazı hayır sahipleri tarafından kendi mahallelerinde bulunan fakir kimseleri avarız türünden vergi yükünden kurtarmak için kurulan avarız vakıflarının gelirleri avarıza tahsis edilmiş, gelir yetmediği zaman verginin kalan kısmını mahalle halkı aralarında paylaşarak ödenmiş, vergi salımı olmadığı dönellerde ise vakfın geliri kamu hizmetine tahsis edilmiştir. Bunun yanında avarız vakıfları ihtiyacı olanlara borç para verme işlevi de görmüştür. Bu yönüyle para vakıfları, ellerindeki tuttukları paralardan elde edilen kârı, amaçlarını gerçekleştirmek için sarf etmiştir. Avarız vakıfları zamanla birçok kamu hizmetinin görülmesi ile ilgili alanlarda da faaliyet gösterdiğinden Cumhuriyet’in kurulması ile birlikte bu vakıflar belediyelere ve köylere devrolunmuştur.</p> Dr. Cengiz Sarı Telif Hakkı (c) 2022 Dr. Cengiz Sarı https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/200 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Keşfü’z-Zunûn Adlı Eserde Adı Geçen Siyer ve Megāzî Eserleri Üzerine Bir İnceleme https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/161 <p style="font-weight: 400;">Hacı Halife olarak da bilinen, asıl adı Mustafa b. Abdullah olan Kātib Çelebi 1017/1609’de İstanbul’da doğmuştur ve 1069/1659’da burada etmiştir<em>. Keşfü’z-Zunûn</em> Kātib Çelebi'nin yirmi yılda hazırladığı büyük bibliyografik eseridir. Kātib Çelebi <em>Mîzânü’l-Hakk</em>’taki anlatımında bu kitabın isminden de bahsetmektedir. Eserin karalamalarını gören bilginlerin bu eseri temize çekmesini istediklerini belirtmektedir. <em>Keşfü’z-Zunûn</em>’da müellif eserleri alfabetik bir sırayla verir, eserin dili Arapçadır ve Türkçeye tercümesi yapılmıştır. İslam tarihi ile ilgili okuma yaptığımızda veya kaynakları hakkında bilgi edinmek istediğimizde siyer ve megāzî çalışmaları dikkat çeker. Siyer, Hz. Muhammed’in hayatını anlatan, inceleyen eserler için kullanılan bir terimdir. Megāzî ise Hz. Muhammed’in savaşlarını, (gazve- seriyye) konu edinen kitaplara verilen isimdir. Siyer ve megāzî kelimeleri birbirleri yerine de kullanılmıştır. Nitekim bu iki kelime bazen birlikte bazen ayrı olarak Hz. Muhammed’in hayatına dair yazılmış eserlerin ismi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışmada Kātib Çelebi’nin <em>Keşfü’z-Zunûn</em> adlı bibliyografik eserindeki siyer ve megāzî eserleri incelenmiştir. Bu çalışmada içerik incelemesi tekniği kullanılmıştır. Bu kapsamda <em>Keşfü’z-Zunûn</em>’da adı geçen siyer ve megāzî hakkında eserler taranıp sınıflandırılarak tablolaştırılmıştır. Siyer ve megāzî başlıkları altında eserler tablolaştırırken siyer, Hz. Muhammed’in hayatı; megāzî ise O’nun savaşları olarak düşünülmüştür. Ancak tarama ve eser incelemesi sonunda eser isimlerinin içerik hakkında kesin ön bilgi vermediği tespit edilmiştir. Bu nedenle adında siyer ve megāzî kavramları geçmeyen ancak içeriği bu konularda olan çalışmalar da tespit edilmiştir. Çalışma neticesinde seksen sekiz adet siyer ve yirmi dört adet megāzî eseri tespit edilerek tablolaştırılmıştır. Bu eserlerin tamamının dili hakkında bilgi yer almamakta ancak incelenen eserlerden dördünün dilinin Türkçe ve dördünün dilinin ise Farsça olduğunu tespit edilmiştir. Tespit ettiğimiz eserlerin bilgilerini Kātib Çelebi’nin verdiği açıklamalar doğrultusunda tablomuza dâhil ettik. Çalışmamızda ilk dönemlerde megāzî eserlerinin Hz. Peygamber’in savaşlarından bahsederken ancak ilerleyen zamanlarda yazılan megāzî eserlerinin O’nun hayatının tüm yönlerini kuşatacak şekilde içerik genişlemesine uğradığı da tespit edilmiştir.</p> Merve Benzer (Yüksek Lisans Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Merve Benzer (Yüksek Lisans Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/161 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Abbâsîler Dönemi İktidar-Ulemâ İlişkileri: Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî Örneği https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/261 <p>İslâm tarihinde Emevîlerden itibaren iktidar-ulemâ arasındaki ilişkilerin gerek dinî gerek siyasî alanda etkilerinin arttığı görülmektedir. Abbâsîler döneminde de bu ilişkiler daha ileriye giderek, mihne olaylarında dikkat çekici örnekleri görüldüğü gibi toplumun siyasî ve dinî anlamda şekillendirilmesinde bir etken teşkil etmiştir. Abbasîlerin önceki dönemlerinde olduğu gibi hicrî ilk beş asırdan sonraki dönemlerinde de iktidar ile âlimler etkileşim hâlinde olmuşlardır. Bu ilişkilerin yoğun bir şekilde yaşandığı hicrî 6. yüzyılda ise İbnü’l-Cevzî (ö. 597/1201) ile iktidar unsurları arasında cereyan eden ilişkiler dikkat çekmektedir. Bağdat’ın, kuruluşundan Abbâsî Devleti’nin yıkılışına kadar hilafet merkezi olması nedeniyle ilmî düzeyin yüksek seviyede olması İbnü’l-Cevzî’nin, Muhammed b. Hasen Maverdî (ö. 525/1130), İbnü’z-Zâgûnî (ö. 527/1132) ve Ebû Nasr el-Cevâlikî (ö. 540/1145) gibi meşhur âlimlerin tedrisatından geçmesine imkân sağlamıştır. Şehrin bu ilmî imkânlarından azamî derecede istifade etmesi onun devlet adamları ve halk nezdinde meşhur olmasına zemin hazırlamıştır. Bilhassa ilmî faaliyetlerle iştigal eden vezir İbn Hübeyre’yle (ö. 560/1165) ortak ilim meclislerinde bulunması onun halifeler ile yakın ilişkiler kurmasına vesile olmuştur. Bu çalışma, siyasî yönetimin âlimlerin ilmî faaliyetlerine nasıl yön verdiğini yaklaşık altı halifenin iktidarı dönemine şahitlik eden İbnü’l-Cevzî örnekliğinde izhar etmektedir. Böylelikle hicrî 6. yüzyılda Abbâsîler döneminde yaşayan âlimlerin ilmî faaliyetlerinin ve telif ettikleri eserlerin siyasî, kültürel ve tarihî arka planının bütüncül bir perspektifle mülahaza edilmesi amaçlanmıştır. Bu bağlamda hicrî 6. yüzyılı konu edinen tarih, tabakât ve vefeyât eserleriyle paralel olarak İbnü’l-Cevzî’nin çağdaşı âlimlerin onun hakkındaki mülahazaları ve devlet erkânıyla ilişkilerine dair kendi eserlerinde zikrettiği malumat ele alınmıştır. Bununla birlikte iktidar unsurlarındaki dengelerin değişmesiyle İbnü’l-Cevzî’ye iktidarın yaklaşımı, sabık devlet erkânının tutumlarıyla mukayeseli bir şekilde ortaya koyulmuştur. Bu çalışmada iktidarın, itikadî ve ahlâkî açıdan toplum üzerinde etkili olmasını istediği İbnü’l-Cevzî’yi bu yönde gösterdiği çabalar sonucu çeşitli vesilelerle desteklediği tespit edilmiştir. Söz konusu destek, devletin ön planda tutmak istediği Hanbelî öğretilerini hâkim kılmak ve Şiî-Râfizî akımlarla mücadele etmek için sağlanmıştır. Ancak İbnü’l-Cevzî, hayatının son yıllarında şahitlik ettiği Nâsır-Lidînillâh (575-622/1180-1225) döneminde ise Şiî düşünce yapısına sahip Vezir İbnü’l-Kassâb’ın (ö. 592/1196) halifeyi kışkırtması sonucu sürgün cezasına çarptırılmıştır. Bu durum ise bir ilim adamının ilmî faaliyetlerinin, iktidarın dinî ve siyasî temayüllerine uygunluğu nispetinde desteklendiğini aksi takdirde engellendiğini ortaya koymaktadır. Ayrıca çalışmada İbnü’l-Cevzî’nin vefatına kadar neredeyse hiç ayrılmadığı Bağdat şehrinin ve yetiştiği ilmî muhitin devlet erkânıyla münasebetlerinde oynadığı rol açıklanmıştır. Böylelikle İbnü’l-Cevzî’nin örnekliğinde hicrî 6. yüzyılın siyasî ve sosyo-kültürel koşullarının, ilim adamlarının faaliyetleri üzerindeki etkileri daha yakından incelenerek ortaya çıkarılmıştır.</p> Arş. Gör. Muhammet Kalkan (Doktora Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Arş. Gör. Muhammet Kalkan (Doktora Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/261 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 İslam Tarihinde Hayvan Sağlığı ve Haklarının Korunmasına Yönelik Devlet Düzeyinde Yapılan Düzenlemeler: Emevî ve Abbâsî Dönemleri Örnekleri https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/194 <p style="font-weight: 400;">Bu bildiri, İslam Tarihinde hayvanların sağlık ve bakımlarına dikkat edilmesi ve haklarının korunması için devlet tarafından alınan önlemlerin ve devlet organları tarafından yapılan denetimlerin Emevî ve Abbâsî dönemleri örneklerini konu almaktadır. Aynı zamanda bu dönemler için hayvanların korunmasına yönelik bilincin oluşmasını sağlayan Hz. Peygamber’den ve devlet bazında bazı önemli çalışmaların yapıldığı Dört Halife döneminden örneklere de yer verilmiştir. Alanla ilgili hayvan hakları konusunda yapılan diğer çalışmalar daha çok İslam Hukuku açısından ele alınırken, bu araştırma İslam Tarihinde hem hayvan haklarının hem de sağlıklarının korunmasına yönelik önlemlerin sadece dinsel ve toplumsal normlarla değil devlet düzeyinde yapılan düzenlemelerle sağlandığını ve devlet tarafından denetimlerinin yapıldığını ortaya koyması açısından önemlidir. Konu araştırılırken doküman analizi yöntemi kullanılarak öncelikle Kur’an ve hadis kaynakları, sonrasında İslam Tarihinin ilk kaynakları olan genel tarih, tabakât, şehir, siyer, megâzî kitaplarından faydalanılarak 100’den fazla eser taranarak incelenmiştir. Ayrıca İslam ve hayvanlarla ilgili yazılan günümüz çalışmalar da incelenmiş, tüm elde edilen veriler tümevarım yöntemi ile değerlendirilerek ilgili sonuçlara ulaşılmıştır. Kur’an ve sünnette hayvanların can taşıyan varlık oldukları ve insanlar gibi ümmet/topluluk halinde yaşadıkları belirtilerek yaşama, beslenme, barınma, üreme, vb. haklarının korunması gerektiği, bu sorumluluğun ise insana ait olduğu buyurulmuştur. Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in ilkelerini devam ettiren Müslümanlar gündelik yaşamda hayvanlardan faydalanırken gerekli hassasiyeti göstermişlerdir. Dört halife döneminde hem insanları hem de hayvanları koruyan kanunlar koyulmuş, onlara zarar verecek tutum ve davranışta bulunanlar cezalandırılmıştır. Hayvanlara aşırı yük yüklenmesi, yolculuklarda dört fersah yol gidildikten sonra hayvanların dinlendirilmemesi, bedenlerine zarar verecek takılar takılması, yüzlerine damga vurulması, gereksiz yere öldürülmesi ve kurban edilecek hayvana kötü muamelede bulunulması gibi davranışlar takip edilerek gerekli cezalar verilmiştir. Hz. Peygamber’in savaşlarda kadın, çocuk ve yaşlıların yanında hayvan ve bitkilere de zarar verilmemesi konusundaki emirleri Dört Halife döneminde devam ettirilmiş ve halifeler fetih için gönderdikleri komutanlarını aynı konuda uyarmışlardır. Emevîler ve Abbâsîler dönemlerinde hayvanların korunmasına dair kanunlar genişletilerek bunların denetimi hisbe teşkilatında görevli muhtesip ve yardımcılarına verilmiştir. Muhtesipler, hayvanların kullanıldığı bütün meslek gruplarının denetimlerini yaparak hayvanlar için tehlike oluşturan ve zarar görmesine sebep olan durumların önüne geçmişlerdir. Hatta kaybolan buluntu hayvanların aç susuz kalmaması için yedirilip içirilmesini sağlamak muhtesibin görevleri arasındaydı. Muhtesipler hayvanları tedavi etmek amacıyla çarşılarda muayenehane açan baytarları da düzenli olarak denetlemişlerdir. Muhtesipler, baytarların görevlerini suistimal etmemeleri, yanlış tedavi yöntemleri kullanmamaları, tedaviyi uygularken hayvana gereksiz şiddet kullanmamaları gibi davranışlarını denetlemişlerdir. İslam medeniyetinde hayvan sağlığının korunması için ise saray ahırlarının bir bölümü klinik olarak ayrılmış, yolculuklarda rahatsızlanan hayvanların acil tedavi hizmeti alması için yol güzergahlarına seyyar klinikler kurulmuştur. Halife ve valiler, sadece evcil hayvanların değil yaban hayatı ve ekosistemi korumak amacıyla da gerekli önlemleri almışlardır. Emevî halifesi el-Velîd b. Abdilmelik (705-715) Antakya ve al-Massîsa arasında bölgede yırtıcı hayvanların yiyecek bulamayıp insanlara saldırması sebebiyle buraya dört bin erkek ve dişi manda göndermiş ve manda popülasyonunun çoğalmasını sağlamıştır.</p> Dr. Tuğba Velioğlu Telif Hakkı (c) 2022 Dr. Tuğba Velioğlu https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/194 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Ahmed Cevdet Paşa’nın Ḳıṣaṣ-ı Enbiyâʾ ve Tevâriḫ-i Ḫulefâ ʾ Özelinde İslam Tarihi Anlayışı Üzerine Bir Değerlendirme https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/197 <p style="font-weight: 400;">İnsanlığın hayatında yaşanan olaylar üzerinden belli bir süre geçtikten sonra tarih olmaktadır ve gelecek nesillere aktarılması için yazılmıştır. Tarihçiler farklı düşüncelere sahip olmaları, farklı coğrafya ve kültürde yaşamaları hasebiyle ne kadar nesnel olurlarsa olsunlar spesifik bir tarihi dönemi ya da olayı aktarırken farklı anlayışlara sahip olabilmişlerdir. Bazı tarihçiler insanlara bilgi vermeyi esas alırken, bazıları ise kendinden önce yazılmış olan tarihi bilgileri, olduğu gibi nakletme yoluna gitmiştir. Kur’an’da, birçok peygamberin kıssalarına yer verilmiştir. Bu kıssaların daha geniş bir şekilde aydınlatılması için, İslam tarihinde bu türde çok sayıda eser telif edilmiştir. Bu telif anlayışı Osmanlı döneminde de devam etmiş ve bu konuya dair çok sayıda eser kaleme alınmıştır. Bunlardan birisi belki de en meşhuru dönemin hukuk, tarih ve devlet adamı olan Ahmed Cevdet Paşa’nın (ö. 1313/1895) Ḳıṣaṣ-ı Enbiyâʾ ve Tevâriḫ-i Ḫulefâ ʾ adlı eseridir. Eserde Ahmed Cevdet Paşa, her ne kadar kullandığı kaynakları belirtmemişse de peygamber kıssalarını anlatırken, Kur’an ve sünnette geçen bilgilere riayet ettiği görülmüştür. Eserde peygamber kıssalarından sonra klasik anlayışa bağlı kalarak siyer, Ḥulefâ-yi Râşidîn, Emevî, Abbâsî ve Türk tarihini ele almıştır. Verdiği bilgilere bakıldığında ilk dönem İslam tarihi kaynaklarından yararlandığı anlaşılmaktadır. İlk kaynaklara giderek eserin daha güvenilir ve sağlam olacağını düşünmüştür. Özellikle kronolojiyi gözetme konusunda İbnü'l-Es̱îr’e (ö. 630/1233) dayanmış, el-Kâmil ’i esas almış, az da olsa diğer kaynakları da (Ṭaberî (ö. 310/923) ve İbn Hişâm’ın (ö. 218/833)] tarihle ilgili eserleri gibi) kaynak olarak kullanmıştır. Osmanlı tarihçiliğinin tarihte “fayda” konusuna özel bir önem verdiğini belirtmek gerektiğinde Cevdet Paşa’nın tarihte faydacılık ilkesini benimsemesi, Osmanlı tarih tasavvurundaki faydacı anlayışın bir devamı olarak mülahaza edilebilir. Bu yönüyle O, insanlara bilgi vermeyi ve bir şeyler öğretmeyi, ayrıca İslam tarihini, dönemindeki hurafelerden arındırmayı amaçlamıştır. Araştırma genel tarama ve insanî ve tarihî incelemelerin gerektirdiği metinler üzerinde içerik analizi şeklinde gerçekleştirilmiştir. Çalışmada, 19. yüzyıl önemli düşünürü Ahmed Cevdet Paşa’nın kaleme aldığı eserleri içerisinde İslam tarihiyle ilgili yazmış olduğu Ḳıṣaṣ-ı Enbiyâʾ ve Tevâriḫ-i Ḫulefâʾ özelinde bazı önemli hadiseler olay bazında ele alınmıştır. Çalışmanın 19. yüzyıl İslam tarihi yazıcılığı, müellifin yaşadığı dönemde İslam tarihi anlayışı hakkında bir fikir vermesi amaçlanmıştır. Ahmed Cevdet Paşa’nın İslam tarihi ile ilgili yazdığı bu eserinin günümüz çalışmalarına ve daha çok İslam tarihi yazımı/anlayışı/tavrı sahasındaki araştırmalara katkı sağlaması beklenmektedir.</p> Büşra Nur Bayar (Yüksek Lisans Öğrencisi) Telif Hakkı (c) 2022 Büşra Nur Bayar (Yüksek Lisans Öğrencisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/197 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Unuttuğumuz Coğrafya Afrika'nın Yeniden İhyasında Türkiye'nin Cezbeden Varlığı https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/243 <p>Unuttuğumuz Coğrafya Afrika'nın Yeniden İhyasında Türkiye'nin Cezbeden Varlığı</p> Prof. Dr. Ahmet Kavas (Dakar Büyükelçisi) Telif Hakkı (c) 2022 Prof. Dr. Ahmet Kavas (Dakar Büyükelçisi) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/243 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Güney Afrika’daki İlk Muvazzaf Osmanlı Başkonsolosu: Ohannes Majakyan Bey (1867-1941) https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/170 <div> <p class="s7"><span class="bumpedfont15">Osmanlı Devleti'nin Güney Afrika'daki ilk muvazzaf diplomatı Ohannes Majakyan Bey, diplomatik hizmetlerinin yanı sıra Ermeni</span><span class="apple-converted-space"> </span><span class="bumpedfont15">kökenli bir</span><span class="apple-converted-space"> </span><span class="bumpedfont15">vatandaşın Türk-İslam imparatorluğunu temsil ederken ne kadar başarılı olabileceğini göstermiştir.</span><span class="apple-converted-space"> </span><span class="bumpedfont15">Ohannes Bey’in Güney Afrika’da özellikle Balkan Savaşları’nda Osmanlı ordusu adına müslümanlardan ve hatta yahudilerden topladığı yardımlar</span><span class="apple-converted-space"> </span><span class="bumpedfont15">Osmanlılık fikriyatının belki en</span><span class="apple-converted-space"> </span><span class="bumpedfont15">müşahhas tezahürlerindendir.</span><span class="apple-converted-space"> </span><span class="bumpedfont15">Ohannes Majakyan Bey’in Trablusgarp Savaşı’nda İtalyanlara karşı savaşan Türk</span><span class="apple-converted-space"> </span><span class="bumpedfont15">ordusu</span><span class="apple-converted-space"> </span><span class="bumpedfont15">için Güney Afrika müslümanlarından topladığı bağışlar Afrika’da Osmanlı Hilafet makamına duyulan saygının bir tezahürüdür. Ohannes Majakyan Bey’in Güney Afrika’da gazete manşetlerine yansıyan bu faaliyetleri onun Ermeni kimliğine değil liyakat esaslı bir yaklaşımla ülkesine hizmet ettiğinin en iyi örneklerinden biriydi. Osmanlı Devleti Sahra Altı’nda görev yapan</span><span class="apple-converted-space"> </span><span class="bumpedfont15">ilk muvazzaf</span><span class="apple-converted-space"> </span><span class="bumpedfont15">diplomatı Ohannes Majakyan Bey’den fevkelade yararlanmış ve onu hizmetlerinden ötürü</span><span class="apple-converted-space"> </span><span class="bumpedfont15">defaatle mükafatlandırmıştı.</span><span class="apple-converted-space"> </span><span class="bumpedfont15">Bu çalışmada Sahra-Altı Afrika’da</span><span class="apple-converted-space"> </span><span class="bumpedfont15">Osmanlı bayrağını dalgalandıran ve bir diplomasi örneği veren</span><span class="apple-converted-space"> </span><span class="bumpedfont15">Osmanlı Devleti’nin bir diplomatının faaliyetleri Güney Afrika ve Osmanlı arşiv belgeleri ışığında ele alınacaktır.</span></p> </div> Dr. Halim Gençoğlu Telif Hakkı (c) 2022 Dr. Halim Gençoğlu https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/170 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Diyanet İşleri Başkanlığının Afrika Faaliyetleri https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/234 <p style="font-weight: 400;">Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye’nin son yıllarda uygulamaya koyduğu Afrika’ya açılım politikasına eşgüdümlü olarak ülkemizin tarihi ve kültürel zenginliklerinin tanıtılması, Afrika ülkeleriyle sosyal ve kültürel alanlarda iş birliğinin geliştirilmesi, ülkemizin dini alandaki özgün birikim ve deneyimlerinin Afrika’da yaşayan dindaşlarımızla paylaşılmasına yönelik çalışmalar yapmayı planlamıştır. Türkiye 2005 yılını “Afrika Yılı” ilan etmiş ve bu tarihten sonra Türkiye-Afrika bağları hem devlet eli hem de özel kurumların çabasıyla kuvvetlenmeye başlamıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı da bu kapsamda, Afrika ülkelerine yönelik ilki 2006, ikincisi 2011 ve üçüncüsü 2019 yılında Afrika Ülkeleri Müslüman Dini Liderler Zirvesi’ni gerçekleştirmiştir. 01-03 Kasım 2006 tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleştirilen birinci toplantı ile Afrika ülkelerinde yaşayan Müslümanlarla olan dini, tarihi ve kültürel bağların güçlendirilmesi ve ikili ilişkilerin geliştirilmesine yönelik önemli bir mesafe kaydedilmiştir. Söz konusu uluslararası toplantı ile kaydedilen gelişmelerin sürdürülmesi, eksikliklerin gözden geçirilerek bahse konu ilişkilerin daha ileri düzeylere taşınabilmesi için bu anlamlı faaliyetin ikinci ve üçüncüsü düzenlenmiştir. Söz konusu toplantılarda Afrika’da dini temsilciliklerin açılması, Afrika ülkeleri dini idareleri ile kurumsal ilişkilerin geliştirilmesi için karşılıklı olarak yapılması gerekenler, Afrikalı öğrencilere ülkemizde eğitim verilmesi, düzenlenen yardım organizasyonlarının değerlendirilmesi ve mezkur projelerin bütün kıtayı kapsayacak şekilde genişletilmesi, Başkanlık tarafından uygulamaya konulan Kardeş Şehir Projesi’nin uygulama alanının arttırılması, Afrika ülkelerinde yaşayan dindaşlarımızın doğru dini bilgiye ulaşmalarını temin etmek maksadıyla dini yayın ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için yapılacak çalışmalar ele alınmıştır. Başkanlığın Afrika’daki teşkilatlanma çalışmaları kapsamında ilk Din Hizmetleri Müşavirliği Moritanya’da 02 Temmuz 2014 tarihinde açılmış, aynı yıl Etiyopya ve Somali’de, 2015 yılında Tanzanya, Kenya, Nijerya ve Uganda’da, 2018 yılında Sudan, Kamerun ve Madagaskar’da, 2020 yılında Gana’da ve 2021 yılında Güney Afrika ve Çad’da temsilcilikler hizmete başlamıştır. Başkanlık ve Türkiye Diyanet Vakfı iş birliği ile Afrika ülkelerine yönelik hizmetler arasında Velaletle Kurban Organizasyonu, Ramazan Ayı Gıda Dağıtımı ve İftar Programları, Su Kuyusu ve Vakıf Çeşmeleri, Yetimhaneler, Camii, Kur’an Kursu ve Sağlık Ocağı yapımı benzeri projeler bulunmaktadır. Başkanlık, Afrika ülkelerine yönelik hizmet ve faaliyetlerinin en önemli ayağını eğitim hizmetleri oluşturmaktadır. Türkiye’nin din eğitimi ve din hizmetleri alanlarındaki tecrübe ve deneyimlerinin bölge ülkeleriyle paylaşılması maksadıyla ülkemizdeki Kur’an Kursları, İmam Hatip Liseleri ve İlahiyat Fakültelerinde eğitim almak üzere Afrikalı öğrencilere burs verilmesi ve Afrikalı din adamlarına Başkanlık eğitim merkezlerinde hizmetiçi eğitim verilmesi projeleri uygulanmaktadır. Bu hizmetlerin yanı sıra Başkanlık ve Türkiye Diyanet Vakfı iş birliği ile Afrika ülkelerine dini yayın gönderimi yapılmaktadır. Bu kapsamda Arapça, İngilizce ve Fransızca başta olmak üzere Mozambik, Zambiya ve Zimbabve’de konuşulan Çevaca ve Shonaca dillerinde; Doğu Afrika’da yaygın olan Svahilice, Lugandaca ve Somalice dillerinde basım ve dağıtım çalışmaları yürütülmektedir.</p> Mahmut Özdemir (Dış İlişkiler Genel Müdürü) Telif Hakkı (c) 2022 Mahmut Özdemir (Dış İlişkiler Genel Müdürü) https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/234 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000 Yirminci Yüzyıl Batı Afrikalı Edebiyatçıların Şiirlerinde Toplumsal Meseleler https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/103 <p style="font-weight: 400;">Batı Afrika şiiri toplum hayatının birçok yönünü tasvir etmiş ve bu, Batı Afrika şairlerinden çoğunun kasidesine yansımıştır. Çünkü onların şiirleri, kendi hayatlarıyla ve toplumdaki insanların hayatlarıyla direkt bağlantılıdır. Batı Afrika'dan doğan Arap şiiri bu yöne büyük özen göstermiş, şairler bunu divanlarında ele almıştır. Sosyal şiir, tüm biçim ve yönleriyle toplumun hayatını aktarmaya ve çeşitli alanlarda insanların yaşamlarına ve onları ilgilendiren konulara değinmektir. Bu noktadan hareketle, bu araştırma -sosyo tarihsel yöntemi kullanmak suretiyle- Batı Afrika toplumunun sosyal hayatının detaylarını incelemeyi ve şiire etki eden etmenlere vakıf olmak gayesiyle, sosyal hayatı ele alan şiirsel metinleri inceleyerek, bireyler arası sosyal ilişkileri ve geleneklerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu çalışmanın önemi, Batı Afrika’da sosyal hayatın bazı yönlerini ve onun değişik tezahürlerini, sosyal yönlere temas eden şairlerin şiirlerini incelemek suretiyle tanımaya katkıda bulunmasından kaynaklanmaktadır. Bu araştırmamız şu iki soruya cevap vermektedir: Bölge edebiyatçılarının ele aldığı sosyal sorunların en önemlileri nelerdir? Sosyal şiir, Afrika toplumunun gerçeğini olduğu gibi yansıtmakta mıdır? Araştırma, şiir divanlarında bölge şairlerinin ele aldığı, olumlu ve olumsuz olgular dâhil olmak üzere birçok sosyal yöne değinmiştir. En önemli olumlu meseleler arasında ana-babaya iyilik yapma, ilim ve öğretmenlere saygı, kardeşlik ve sosyal dayanışma, adalet ve sosyal yardımlaşma gibi toplumda takdirle karşılanan davranışlar yer almaktadır. Sosyal şiirin mücadele ettiği olumsuz konu ve meselelere gelince, bunlar arasında yoksulluk, işsizlik, rüşvet, adaletsizlik, ahlakın bozulması, uyuşturucu kullanımı, ihanet konuları yer almıştır. Araştırma Batı Afrika bölgesinde bulunan 16 ülkeden Senegal, Mali, Nijer, Burkina Faso, Gana ve Benin ülkeleriyle sınırlandırılmıştır. Çünkü bu ülkelerde yazılan Arap şiiri bölgenin geri ülkelerinde yazılanlarından hem nicelik ve nitelik bakımından hem de üslup bakımından farklılık göstermektedir. Bu ülkelerde öne çıkan şairinin şiirlerini içermektedir. Aralarında Malili şair Yakup Dukure ve Amr Abdullatif Sâko, Senegalli şair Ticcân Gay, Davud Adekeleken ve Ticcanî el-Hac Mansur Sy, Burkina Fasolu şair Ghanami, Ganalı Şair Muhammed Reşat, Beninli şair Süleyman Maysûna ve Musa Babatandi ve Nijerli şair Ali el-Aselî gibi birçok seçkin şair de yer almaktadır. Bu şairlerin tercih edilmesi sebebine gelince, bunların bölgedeki diğer şairlere göre toplumsal meselelere daha önem vermiş bu meseleleri sık sık dile getirmiş olmalarıdır. Bununla beraber şiirleri oldukça sade bir dil ve hece ölçüsüyle yazılmıştır.</p> Dr. Mohamadou Aboubacar Maiga Telif Hakkı (c) 2022 Dr. Mohamadou Aboubacar Maiga https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0 https://sempozyum.okuokut.org/tsbs/article/view/103 Sun, 14 Aug 2022 00:00:00 +0000