e-ISSN: 2980-3543
Başlangıç: 2021
Yayın Aralığı: Yılda 1 Sayı
Yayıncı: Oku Okut Yayınları

Sosyal Bilimlerin Bugünü Geleceği

Sosyal Bilim Disiplini Olarak İlahiyat Bugüne Ne Söyler? What is the Role of Theology at Present as a Discipline of Social Science?

Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün Ankara Üniversitesi, Ankara, Türkiye 0000-0002-0447-9018

DOI:

10.55709/TSBSBildirilerDergisi.2.73

Nasıl Atıf Yapılır?

Düzgün, Şaban Ali . "Sosyal Bilim Disiplini Olarak İlahiyat Bugüne Ne Söyler?". TSBS Bildiriler Dergisi 2 (2022), https://doi.org/10.55709/TSBSBildirilerDergisi.2.73

Zotero Mendeley EN EndNote

Öz

İslam ilahiyatında baştan beri Allah’a imanın kayıtsız bir teslimiyet oluşu (taklîd) eleştirilmiş, doğru bilgi, doğru inanç ve doğru eylemi doğuracak kanıta dayalı inancın (tahkîk/hakikat sorgulaması) zorunluluğu dile getirilmiştir. Bu tahkik sürecinde insan zihni önce fizik-metafizik; akıl-vahiy gibi olguları veya doğru-yanlış; iyi-kötü; güzel-çirkin gibi değerleri tasnif etmekte; bu tasnif yeteneğinin kazandırdığı yeti ile de, farklılıkları görebilmekte, tekillikleri fark edebilmekte ve birbiri içine girerek homojenleşmiş gerçeklikleri ayrıştırabilmektedir. Bu sorgulama ilahi olanın kendini doğada yasa, insanda da bilinç/ruh olarak gösterdiği ortaya çıkana kadar devam etmektedir.  Peki, bu hakikat sorgulaması kendini toplumsal düzende/kamusal alanda nasıl açığa çıkarabilir? Dinin Batıdaki tarihini yakından takip eden her zihin, İslam dünyasında dinin bugünkü görünümünün hangi dönüşümlere uğramaya mukadder olduğunu bilir. Elimizdeki fotoğraf şudur: Modern dönemler olarak tanımladığımız son dört yüz yıl içinde din Batıda sonunda kaybettiği bir savaş verdi. Bu savaşın sonunda modernite tek yanlı bir zafer ilan etti ve buna dayalı olarak ruha karşı bedeni; zihinsel olana karşı fiziksel olanı; kültürel olana karşı biyolojik olanı; toplumsal olana karşı doğal olanı; sosyal bilimlere ve beşeri bilimlere karşı da doğa bilimlerini öne çıkardı; düşman ilan ettiklerini ‘bilimsel olmayanlar’ kümesi altında toplayarak önemsizleştirmeye/itibarsızlaştırmaya çalıştı. Bu savaş, bugün geçmiş tarihinden farklı bir noktaya evrilmiş ve kendini dindar ya da seküler olarak tanımlayanları üçüncü bir yolda buluşturmuş, bir uzlaşı içine sokmuş görünmektedir. Peter Berger ve Jurgen Habermas’ın altını kalın harflerle çizdiği ve bir çoğulculuk talebi içeren bu yeni durum şunu öngörmektedir: Dinî terim ve kavramlar da seküler yasalar da ya toplumun huzuru ve mutluluğu için kavramlarını işlevsel hale getirip kamusal alanı birlikte inşa etsinler ya da ortalıkta görünmesinler. Batı örneğinde şahit olduğumuz dinin işlevsizliğinin veya daha kötüsü istismarının nihayetinde dinin masadan süpürülüp atılmak ve tarih dışına itilmek gibi bir sona yazgılandığını bilenler, İslam coğrafyasında benzer bir trajedinin yaşanmaması için İlahiyatın bir sosyal bilim mantığıyla hareket ederek, dinin kurucu terim ve kavramlarının kamusal alanın kültür havzasına girip etkin olmasını sağlayacak bir yöntem geliştirmenin kendini zorunluluk olarak dayattığının farkındadırlar.
From the beginning onward, Muslim theology criticized blind submission and fideism as a form of belief and required evidentialism as a necessity to ground true knowledge, true belief, and true act. In this processes human mind first classifies such facts as physical and metaphysical; reason and revelation, and such values as right and wrong; good and bad; and beautiful and ugly, and with the ability gained by this classification, he can see the differences, recognize the singularities and separate homogenized realities. This questioning continues until it turns out that the divine manifests itself in nature as law and in the individual as consciousness/soul. So, how can this questioning of truth reveal itself in the social order/public sphere? Every mind who closely follows the history of religion in the West knows what transformations the present view of religion in the Islamic world is destined to undergo. Here is the picture we have: In the last four hundred years, which we define as modern times, religion has fought a war in the West that it has finally lost. At the end of this war, modernity declared a one-sided victory, and based on this, the body against the soul; the physical versus the mental; the cultural versus the biological; the natural versus the social; it also promoted the natural sciences against the social sciences and humanities; tried to trivialize/discredit what they declared as enemies by grouping them under the 'unscientific' group. This war seems to have evolved to a different point from its past history and brought together those who define themselves as religious or secular in a third way, and brought them into a reconciliation. This new situation, underlined by Peter Berger and Jurgen Habermas, involving a demand for pluralism, envisages the following: Both religion and secular laws should either make their concepts functional for the peace and happiness of the society and build the public space together, or they should disappear. Those who know the western experience of how religion is dismissed from public sphere because of its malfunction now are aware of the fact that in order that Muslim world does not have similar tragic experience, Islamic theology should act like a social science and must develop a method of integrating religious terms into cultural ones in order to make them effective in the area.

Anahtar Kelimeler:

İlahiyat, Kanıtçılık, Seküler Modernlik, Kelâm
Theology, Evidentialism, Secular Modernity, Public Sphere, Islamic Theology

Sunum Videosu

Lisans

Telif Hakkı (c) 2022 Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün
Creative Commons License

Bu çalışma Creative Commons Attribution-NonCommercial 4.0 International License ile lisanslanmıştır.