The Application of Punishment for Theft by Omar ibn al-Khattab The Balance Between Necessity and Justice

Hz. Ömer’in Hırsızlık Cezası Uygulamaları Zaruret ve Adalet Dengesi

Yazarlar

https://doi.org/10.55709/tsbsdergisi.912
This study examines how the hadd punishment imposed for theft during the caliphate of Umar ibn al-Khattab was evaluated in the context of the material and spiritual conditions of Islamic criminal law, as well as social, economic, and emergency situations. The punishment of amputation prescribed in the Quran for the crime of theft (Maida 5:38) is not considered an absolute ruling but is evaluated in relation to certain conditions. These conditions include the stolen property exceeding a certain value (nisab), the property being taken from a protected place, the crime being committed secretly and intentionally, the perpetrator being of sound mind and age, and not being in a state of necessity. The practices of Caliph Umar demonstrate how important these conditions are. During extraordinary periods such as famine and drought, thefts committed by people to meet their basic needs were considered by Umar as cases of necessity, and no punishment was imposed. For example, in the case of a pregnant camel being stolen and slaughtered, Umar ruled that the conditions for hadd punishment were not met, taking into account the hunger and poverty of the people. Another example is the case of Hatib b. Abi Belteʿa’s slaves stealing property belonging to their master. Caliph Omar stated that the slaves already had limited rights of disposal over their master’s property, and therefore, it could not be considered theft in the classical sense, and thus no punishment was imposed. This approach reflects a comprehensive assessment based not only on the crime but also on the circumstances of the perpetrator, property relations, and social reality. Fiqh scholars have based Umar’s approach on fiqh principles such as “had punishments are waived in cases of doubt” and “necessity makes the forbidden permissible.” In particular, the Hanafi school of jurisprudence systematized such interpretations, stating that hadd punishments could be shaped not only by literal (verbal) interpretations but also by principles such as public interest (maslahat), justice, and necessity. The era of Umar ibn al-Khattab demonstrates that Islamic criminal law can be applied not with a formalistic and rigid understanding, but with a flexible approach based on social justice, human needs, and social conditions, grounded in moral responsibility and public interest. In this context, it has been established that hadd punishments are not fixed rules but are evaluated within a dynamic system that considers social benefit and the individual’s circumstances. This approach is also consistent with the universal understanding of justice in Islamic criminal law.
Hz. Ömer’in halifeliği döneminde hırsızlık suçuna karşı uygulanan had cezasının, İslam ceza hukukundaki maddi ve manevi şartlarla birlikte sosyal, ekonomik ve zaruret durumları bağlamında nasıl değerlendirildiğini incelemektedir. Kur’an-ı Kerim’de hırsızlık suçuna karşı öngörülen el kesme cezası (Mâide 5/38), mutlak bir hüküm olarak değil; birtakım şartlara bağlı olarak değerlendirilmiştir. Bu şartlar arasında çalınan malın belirli bir değeri (nisab) aşması, malın korunan bir yerden alınmış olması, suçun gizlice ve kasten işlenmiş olması, failin akıl ve baliğ olması ve zaruret halinde bulunmaması gibi ölçütler yer alır. Hz. Ömer’in uygulamaları bu şartların ne denli önemli olduğunu göstermektedir. Kıtlık ve kuraklık gibi olağanüstü dönemlerde, insanların temel ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla gerçekleştirdikleri hırsızlıklar, Hz. Ömer tarafından zaruret hali kapsamında değerlendirilmiş ve ceza uygulanmamıştır. Örneğin, gebe bir devenin çalınıp kesilmesi olayında Hz. Ömer, halkın içinde bulunduğu açlık ve yoksulluğu dikkate alarak, had cezasının şartlarının oluşmadığına hükmetmiştir. Bir başka örnek de Hatıb b. Ebî Belteʿa’nın kölelerinin, efendilerine ait bir malı çalmasıdır. Hz. Ömer, kölelerin efendilerinin malı üzerinde zaten sınırlı da olsa tasarruf hakkına sahip olduğunu, dolayısıyla klasik anlamda bir hırsızlık fiilinden söz edilemeyeceğini belirterek cezayı uygulamamıştır. Bu yaklaşım, sadece suça değil, failin içinde bulunduğu şartlara, mülkiyet ilişkilerine ve sosyal gerçekliğe dayalı bütüncül bir değerlendirmeyi yansıtmaktadır. Fıkıh alimleri, Hz. Ömer’in bu yaklaşımını “hadler şüphe ile düşer” ve “zaruretler mahzurları mubah kılar” gibi fıkhî kaidelerle temellendirmiştir. Özellikle Hanefî mezhebi, bu tür içtihatları sistematik hale getirerek, had cezalarının sadece literal (lafzi) yorumlara değil, toplum yararı (maslahat), adalet ve zaruret gibi esaslara göre de şekillendirilebileceğini belirtmiştir. Hz. Ömer’in dönemi, İslam ceza hukukunun şekilci ve katı bir anlayışla değil; sosyal adalet, insani ihtiyaçlar ve toplumsal şartlara göre esneklik taşıyan, ahlaki sorumluluk ve maslahat temelli bir anlayışla uygulanabileceğini göstermektedir. Bu bağlamda, had cezalarının sabit kurallar değil, toplumsal faydayı ve bireyin durumunu gözeten dinamik bir sistem içinde değerlendirildiği ortaya konulmuştur. Bu yaklaşım, İslam ceza hukukunun evrensel adalet anlayışıyla da örtüşmektedir.

Makale Bilgileri

  • Özet Okunma 3
  • Atıf & Paylaşım
  • Paylaş
İndirme verisi henüz mevcut değil.